28 Şubat 2015 Cumartesi

28 ŞUBAT DARBESİNİ BİLMEK NE DEMEK?

Erol Özkasnak-İ.Hakkı Karadayı-Güven Erkaya-Çevik Bir

İlki ÇEVİK BİR... 

Türk Genelkurmayı'nın generali...28 Şubat darbesinin beyni...12 Eylül faşizminin başı Kenan Evren'in darbe esnasındaki yaveriydi. 
"Şeriat geliyor" numarasını tutan yurdumun at gözlüklü kemalistleri ve ulusalcılarının çok tuttuğu bir paşaydı kendileri...

Öbürü GÜVEN ERKAYA....

Türk Ordusunun bir amirali...Batı Çalışma Grubu denen karanlık yapılanmayı kuran kişi...
Bu komutana da memleket kemalistleri, ulusalcıları hatta solcuları Çevik Bir'e baktıkları gibi bakıyorlardı...Atatürk'ün izinde iki komutan...
Evet bugün 28 Şubat, adi bir darbenin yıldönümü. Ya da bazılarına göre laik, demokratik ve halkçı düzenin korunması için yapılan meşru bir devrimci hareket.
Şimdi yazacaklarım 28 Şubat'a ikinci şık üzerinden yaklaşan zavallı, kandırılmış insanlarımızadır. (Kandırılmayıp bu pisliğin içinde bilinçli olarak yer alanlarla zaten işimiz yok; onlar bize düşman, biz onlara.)
Ey kandırılmış, aldatılmış, 28 Şubat'ı o dönem büyük heyecan ve mutlulukla alkışlayan yurdum Kemalistleri, Solcuları, kendini Kuvay-ı Milliyeci zannedenler...
Adlarını yazdığım bu iki yüksek komutan kimdir?
Şimdi paylaşacağım bu iki komutanla ilgili anılar benim şahsi görgüme dayanan şeyler değildir. Fakat çok güvendiğim ve çok sevdiğim iki kişinin bana anlattıklarıdır. İsim vermeden o anıları paylaşacağım.
Çok yakın bir çocukluk arkadaşım diplomat olmuştu, sevincimiz büyüktü. İnsan arkadaşlarının, yakınlarının başarısını kendi başarısı gibi algılıyor eğer kalbi yakını için çıkarsız çarpıyorsa...
Bu kardeşimin tayini bir kaç görevden sonra Washington Büyükelçiliğine çıktı. Uğurladık. Üç dört ayda bir geldiğinde buluşur, laflardık. Bir gelişinde masaya oturur oturmaz aceleyle başladı anlatmaya. Bir gece başka misyon temsilcileriyle yemeğe çıkıyorlar, içkiler içiliyor. Gece ayılmak için bir otele kahve içmeye giriyorlar. Çok geç saatte, aklımda kaldığı kadarıyla saat ikide lobide Çevik Bir'i görüyor bu arkadaşım. Kiminle? Fethullah Gülen'in ABD'deki bir numarasıyla...Çevik Bir sık sık Büyükelçiliğe gittiğinden arkadaşım olan kişi kendisini tanıyabileceği endişesiyle oradaki şahıslarla hiç karşılaşmadan grubu otelden çıkarmaya ikna ediyor ve başka bir yere gidiyorlar. Milli İstihbaratın takip ettiği bir kişiyle Komutanı yan yana gördüğü anlaşılsın istemiyor bu değerli ve akıllı kardeşim.
Güven Erkaya ile ilgili hikaye ise benim için çok değerli bir büyüğümün anısıdır. O tarihte bu abimiz deniz teğmen, Güven Erkaya da bulunduğu geminin yüzbaşı rütbesiyle komutanı.
Ege'de NATO tatbikatındalar ve her gemimizde ABD'li subay ast subaylar var...
Tatbikat esnasında bir ara abimiz komutanına bilgi vermek için köprüye çıkıyor. Kapıyı açınca gördüğü manzara şu...ABD'li astsubay ayak ayak üstüne atmış ciklet çiğniyor, yüzbaşı Erkaya ayakta ona brifing veriyor...
Güven Erkaya bu fotoğrafın görülmesine hiddetleniyor ve bu abimize sinirli sinirli "ne var" diyor. Abimiz de cevap vermeden ABD'li Coni'nin üzerine yürüyüp Coni'nin ayağına tekmeyi basıyor. "Türk Subayının önünde cikleti çiğneyip ayak ayak üstüne atamazsın. Eşitsiniz, komutanı ayakta dinleyeceksin." diye çok sert çıkışarak...ABD'li ayağa kalkmak zorunda kalıyor şaşkın şaşkın. Sonra da komutanına dönüp "Bu halden utanmıyor musunuz? Nasıl müsaade edersiniz?" diye ona da postayı koyup çıkıyor. Ertesi gün gemi bir limana yanaşıp bu abimizi gece vakti gelen tayin emri gereği olarak tatbikattan çıkartıyor.

Evet dostlar...28 Şubat'ı hazırlayan iki üst Subayımız hakkında bildiklerimi paylaşmak istedim bu yıl dönümünde. Aydın Doğan gazeteleri yani TÜSİAD desteğiyle kurgulanan 28 Şubat operasyonu Millici ekonomi izlemeye gayret eden Necmettin Erbakan'ı ve bir çok masum, temiz, inançlı insanı mağdur etmiş Judaik-Anglo-Amerikan merkezlerden onaylı aşağılık bir tezgahtır. Türkiye'nin ayarlarını bozmuş ve gelişecek 2001 krizinin alt yapısını oluşturmuştur. Akabinde Hazine ve Merkez Bankası soyulduğunda bu parayı iç edenler kimlerdir? TÜSİAD üyeleri...
Çevik Bir, Güven Erkaya, F tipi, Tüsiad, Amerikalı subaylar...
28 Şubat komplosunun ayakları...



O günlerde haksızlığa uğramış, mağdur edilmiş, canı yakılmış tüm dostlarımı, arkadaşlarımı selamlıyorum. Biz o zaman da kanmamıştık, şimdi de kanmıyoruz. Çünkü bu ordunun Nato'ya teslim ediliş sürecini, memleketi kana ve acıya boğan Seferberlik Tetkik Kurulu'nu, Özel Harp'çileri ve Westpoint'ten geçen ordu mensuplarını iyi biliyoruz. Soğuk savaş konseptini iyi biliyoruz. Gladyo'yu iyi biliyoruz. Sokaklar karıştırılınca kimin işine yarar, iyi biliyoruz. 1946'larda İslam dini kullanılarak organize edilen Komünizmle Mücadele derneklerini kuran-kurduranla 28 Şubat ve öncesindeki tüm darbeleri yapanın-yaptıranın aynı merkez olduğunu iyi biliyoruz. 1964'te idam edilen Binbaşı Fethi Gürcan'ın mahkemede ifade ettiği bir cümleyi hatırlatalım: "Türk Halkı'nın kaderi tarih boyunca aldatılmışlığın bir serüvenidir." Hele bunu çok çok iyi biliyoruz!

22 Şubat 2015 Pazar

SÜLEYMAN ŞAH OLAYI VE İÇ POLİTİKADAKİ YERİ

İnanın bu konuda yazmak istemiyordum ama paylaşılanları okuyunca dayanamadım. Elle tutulur yanı olmayan saçma muhalif argümanları dile getiren iyi niyetli olduklarını düşündüğüm bazı arkadaşları ikaz anlamındadır yazacaklarım.
Zira Akp-RTE eleştirisi veya düşmanlığı kafaları acayip bir hale getirmiş. Mal bulmuş mağribi gibi yakaladığı her sinekten yağ çıkarmaya çalışan muhalif kafalar rasyonaliteden uzak, objektiviteyle ilgisiz ve bence git gide akıl sağlığını da yitiriyor.
Derslere başlayalım;
1) 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması (Madde 9): “Osmanlı sülalesinin kurucusu Sultan Osman’ın dedesi Süleyman Şah’ın Caber Kalesi’nde bulunan ve Türk Mezarı ismiyle belirli Türbesi müştemilatı ile Türkiye’nin malı olacak ve Türkiye oraya muhafızlar koyacak ve Türk bayrağı çekecektir." Suriye ile 5 Ağustos 1956 tarihli, Halep Protokolü (Türkiye-Suriye Yüksek Hudut Komisyonu Toplantısı) ile Süleyman Şah Türbesinin mülkiyeti konusunda iki ülke arasında bir ihtilafın bulunmadığı ve kabrin mülkiyetinin Türkiye’ye ait olduğu kayda geçirilmiştir.
"Korktular, kaçtılar, vatan toprağını terkettiler." diye kendini paralayan arkadaşlara bir soru Caber Kalesi nerededir ?
Caber Kalesi dün operasyon yapılan mezarın altmış km daha güneyindedir arkadaşlar. 1975'te o kalenin baraj inşaatı altında kalması tehlikesine karşı Süleyman Şah'ın naaşı ve kutsal emanetler Caber Kalesinin altmış km kuzeyindeki aynı büyüklükteki bir alana taşınmıştır. Peki neden? MÜCBİR SEBEP yüzünden. Atamız Süleyman Şah'ın anısı sular altında kalmasın diye...
Mücbir sebep ne demek, hukukçular iyi bilir.
2) Birinci Dünya Savaşı sonrası bölgeyle ilgili bütün uluslararası metinlerde Süleyman Şah'ın mezar yeri ile ilgili bütün hükümranlık haklarının TC'ye tanındığı ortadayken, mezarın Suriye'nin yaşadığı malum karışıklıklar yüzünden kuzeye taşınması neden Akp-Rte muhaliflerini bu kadar zıplatıyor? Tek sebebi var, saldıracakları bir alan bulduklarını düşünüyorlar. Ancak bu muhalefet tarzı onlara zarar veriyor. Benim yurtsever bilincimin salık verdiği muhalif tavır yapılan her yanlışa karşı koymak ancak aynı zamanda da "iktidarda kim olursa olsun, şayet memleket lehine bir tasarrufu varsa, o tasarrufu desteklemektir." Peki bu çıngar koparan arkadaşlar ne yapıyorlar? İktidardaki güç ne yapsa davulları tokmaklıyorlar. Avazları çıktığı kadar bağırıyorlar. Oysa ortada aynen 1975'teki nakilde olduğu gibi MÜCBİR SEBEP vardır. Savaş Hali tüm hukuk sistemlerinde mücbir sebep halleri içinde sayılır. İktidarın yaptığı doğrudur, yoksa bir ışid saldırısı olduğu takdirde oradaki askerlerimizin can güvenliği tehlikeye düşecektir. Eğer o terk edilen toprak parçasında meskenler ve yurttaşlarımız olsa tartışmanın seyri elbette böyle olmaz. Ancak orada korunan anımız, devletin tarihsel mirasıdır ve taşınabilir şeylerdir bunlar. Taşındığı yer ise aynı ebattaki başka bir Suriye toprağıdır. Yani Suriye'den de çıkılmamıştır. Daha evvel de taşındığını söyledik. Peki neden bu feveran o halde? Bu feveranı yapanlar halkın "Yahu aferin, aldılar geldiler işte. Bir savaş olsa şehit versek daha mı iyiydi?" şeklindeki gayet mantıklı yaklaşımından uzakta olmasalar bu kadar saçma sapan bir muhalif tutumu gösterirler miydi?
3) Kısaca halk -biraz evvel mahallemdeki kahvede de muhabbeti yapıldı- bu tip saçma saldırılardan hoşlanmıyor. Desteklemeyeceği varsa da dünkü mezar nakli işindeki gibi ipe sapa gelmez muhalif tutum ve saçma, bel altı, ahlaka ters saldırılar insanları Akp-Rte'ye daha çok itiyor. Gel gör ki Türkiye'deki muhalefet kesimleri halktan bihaber olduğundan kendi kendine çalıp oynuyor.
Son olarak; Dışişleri Bakanlığımız terk edilen toprak için nota çekmiştir. Terk edilen toprak parçasının TC'ye ait olduğunu, Suriye'deki savaş hali sona erdiğinde mezarın eski yerine nakledileceği bütün Dünya'ya duyurulmuştur. O nakletme zamanı geldiğinde eğer nakle karşı tutum alan olursa bu halde elbette "casus belli" oluşur.

2 Şubat 2015 Pazartesi

YER YÜZÜNÜN EN DEĞERLİ TURKUAZ'I : "NOUHAD HADDAD"




Nouhad Haddad, 21 Kasım 1935'te Jabal al Arz, Lübnan'da Maruni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Aile daha sonra Beyrut'un Zuqaq el Blatt bölgesine taşındı. Beyrut'un Patrikhanesi'ne bakan, komşuyla paylaşılan bir mutfağı olan tek odalı klasik bir Lübnan evinde yaşadı. Babası Wadi Mardin'den Lübnan'a göçen bir Süryani'ydi ve bir baskı evinde dizgici olarak çalışıyordu. Annesi Lisa ise evde dört çocuğu, Nouhad, Youssef, Hoda ve Amal'a bakıyordu.
10 yaşında Nouhad, olağan dışı sesi ile okulda dikkat çekti. Tatilde düzenlenen okul müsamerelerinde düzenli olarak şarkı söylüyordu. Şubat 1950'de okul şovlarından birine katılan Lübnan Konservatuvarı öğretmeni ve aynı zamanda ünlü bir müzisyen olan Mohammed Fleyfel'in dikkatini çekti. Sesi ve performansından etkilenen Fleyfel, Nouhad'ı konservatuvara gitmesi konusunda etkiledi. Önce, Nouhad'ın tutucu babası onu konservatuvara gönderme konusunda isteksiz olsa da, kardeşinin de onunla birlikte gitmesi koşuluyla izin verdi. Nouhad'ın ailesi toplu olarak onun müzik kariyerine destek olmuştur.
Mohammed Fleyfel, Nouhad'ın yeteneğiyle çok ilgilendi. Eğitiminin dışında, Kuran'dan ayetleri okumayı öğretti. Bir kez şarkı söylerken, Lübnan Radyo İstasyonu ve müzisyen (ayrıca ünlü Lübnanlı şarkıcı Majida Roumi'nin babası olan) Halim el Roumi'nin dikkatini çekti. Roumi onun sesinden etkilendi ve Arap notalarının yanında Batı notalarını da rahatça söyleyebilme yeteneğini farketti. Nouhad'ın isteği üzerinde, el Roumi onu Beyrut'taki radyo istasyonu korosuna şarkıcı olarak atadı ve onun için şarkı bestelemeye başladı. Nouhad'ın sahne adını "Turkuaz" anlamına gelen ve Arapça bir kelime olan "Feyruz" olarak dile getirdi.
1960'larda Feyruz, Halim Roumi'nin deyimiyle "Lübnan şarkıcılığının First Lady'si" olarak tanımlanıyordu. Bu dönemde, Rahbani kardeşler, Feyruz için yüzlerce ünlü şarkı, operattalarının bir çoğunu ve 3 sinema filmini hazırladı.
1969'da, Cezayir Başkanı Houari Boumedienne huzurunda özel konsere çıkmaması nedeniyle altı ay boyunca Lübnan radyo istasyonlarında Feyruz şarkıları yasaklandı. Bu olay, popülaritesinin artmasına sebep oldu. Feyruz açıklamasında her zaman her ülke ve bölgede halklara şarkı söyleyeceğini ancak asla bir birey için şarkı söylemeyeceğini belirtti.
1971'de Feyruz'un ünü büyük Kuzey Amerika turnesinden sonra uluslararası seviyeye çıktı. Konserler Amerikan ve Arap-Amerikan kitleler tarafından oldukça pozitif tepkilerle karşılandı. Arap diasporasına ulusal kimliğini hatırlatan bir figür olarak tarihe geçti.
1978'de Avrupa ve Basra Körfezi ülkelerini dolaşıp, Paris Olympia dahil olmak üzere çok büyük konserler verdi.

1975-1990 arasında devam eden iç savaşta Lübnan'ı terk etmeyi reddetti. İç savaş esnasında evine isabet eden bir füze ile evinden çıkmak zorunda kalmıştır. Ama yine de biricik Beyrut'unu bırakmamış ve Lübnan içinde güvenli bir bölgeye çekilmiştir. Amacı halkının yanında durmaktı. Ülkede şiddet ve ayrımcılık bitene kadar sahneden elini ayağını çekmeye karar verdi, ülke dışındaki konserlerinde ve TV röportajlarında ise bir kez bile gülmemiş, savaşı bu duruşuyla da protesto etmiştir. Ülke içi konserlere çıkmama kararını sadece bir defa bozdu, o da ikiye bölünmüş Beyrut’ta sahnelen “Petra” opereti içindir. Amacı kaynaştırıcı olmak ve savaşı durdurmaktı. Rivayete göre Lübnan iç savaşında sokaklarda Feyruz çalmaya başlayınca silahlar susarmış.

Feyruz gibi bir sanatçının böyle bir ortamda ve dönemde halkını sesinden mahrum etmesi pek çok toplumu etkiledi. Feyruz hep dolaylı olarak mezhepleri bir ahenk içerisinde yaşamanın yollarını aramaya teşvik etti. Sanatçının toplum üzerindeki etkisi o kadar büyüktü ki, barış yanlısı radyolar bu kritik iç savaş döneminde her sabah güne Feyruz’un bir parçası ile başladılar.
İlk Avrupa TV performansını, 24 Mayıs 1975'te Fransız televizyonunda gerçekleştirdi. En büyük hitlerinden biri olan "Habbaytak Bissayf"ı söyleyen Feyruz'u performanstan sonra programın sunucusu Fransız yıldız Mireille Mathieu sarılarak kutladı. Fransa'da TV'de katıldığı canlı bir programda sunucunun araplarla ilgili kötü konuşması sonucu fransızca bilmesine rağmen konuşmayı kesmiş ve tercüman istemiştir. Tercüman gelmezse konuşmayacağını belirterek Arap halkının onurunu ve kimliğini tüm Fransa önünde bu yolla savunmuş ve ortadoğu halklarının kalbine bir kez daha işlemiştir.
1986 yılında Londra’daki Royal Festival sahnesinde verdiği konserin biletleri karaborsada 1000 Pound’un üzerinde alıcı buldu. Bu rakam günümüz için bile fahiş bir tutardır.
2008'de Şam'de verdiği konser, Lübnan ve Suriye arasındaki gergin ilişkiler nedeniyle büyük tartışma yarattı. Bazı milletvekilleri Feyruz'a konseri iptal etmesi teklifinde bulundu. Suriye'de 7000 hayranı tarafından, arabasının Suriye sınırından geçmesi ile çığlıklarla karşılandı. Neredeyse her Suriye medya biriminde Feyruz şarkıları çaldı. Radyo kanalları, TV kanalları, restoran ve kafeler, Feyruz'un 20 yıllık aradan sonra Suriye'ye gelmesinin etkisi altındaydı. Ancak bu tartışma Lübnan'daki popülaritesini etkilemedi ve Batı Beyrut'ta binlerce Müslüman'la birlikte toplu cuma duası'nda yer aldı.
2013 yılındaki bir açıklamasıyla Hizbullah lideri Nasrallah'ı desteklediğini ve çok sevdiğini ifade etmesinin ardından Lübnan'ı karıştırdı. Maruni Hıristiyan köklerini iç savaş yıllarında ‘reddederek’ Filistinli mültecilerden yana tavır koyan Feyruz’un sözleri sosyal medyada alevli tartışmalar yarattı. Hizbullah’ın Esad rejimiyle bağlantısı nedeniyle sertçe eleştiren Lübnanlı siyasetçilerden, Dürzi lider Velid Canbolat efsanevi şarkıcıyı savundu. Canbolat “Feyruz eleştirilemeyecek kadar büyük bir isim. Bir siyasi cephe ya da ittifakla anılmayacak kadar büyük bir isim. İcra ettiği sanatın yüksek kalitesi dar siyasi gruplara indirgenemez. Onu her ayrımın üzerindeki konumunda tutmaya devam edelim” dedi.
Lübnan siyaseti üzerinde etkili olduğu dönemde halkın önemli bir kısmının tepki gösterdiği Suriye’ye, 2008’de Şam’da konser vermeye giden Feyruz’a yönelik eleştirilere oğlu Rahbani “Direnişin efendisine sevgiyi belli etmek imkânsız gözüküyor. Feyruz ve Nasrallah’a saldıran herkes İsrail’i savunur” cevabını verdi.


Feyruz'un sanatının dışındaki önemi Lübnan ulusunun inşasının en önemli aracı olmasından kaynaklanmaktadır. "Yıldızların elçisi, ayın komşusu" ve "Gecenin sabaha kavuşması" yakıştırmalarıyla anılan bu büyük sanatçı, resmi adıyla "Nouhad Haddad" ezilen ve ağır savaş şartları altında tarifsiz acılar çeken ortadoğu halklarının kalbinde silinmez bir mühür, yeri değişmez bir sevgilidir.