1 Ağustos 2015 Cumartesi

TARİHTEN BUGÜNE AYKIRI BAKMAK



Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı Devleti'nin devamıdır. Kimse ucuz yalanlarla birbirini kandırmasın. Bu devamlılığı doğru konuşmak gerekir.

Devamlılık bizim dışa bağımlılığımızın tarihiyle eş güdümlü, eş anlamlıdır.

3.Selim ile başlayıp 2.Mahmud ile doruk noktasına erişerek devam eden Batı tipi modernleşme çalışmalarına iyi bakılırsa, 1924 sonrasındaki tasarruflarında hepimizin eleştirecek yanlar bulduğu Mustafa Kemal Paşa'ya ve ekibine yöneltilen eleştirilerin aynı zamanda 3.Selim ve 2.Mahmud'u muhatap alması gerekir.

2.Mahmud Osmanlı Devleti'nin sınırlarını üç kıtaya yaymış orduyu tasfiye etmiştir. Yerine kurulan ordu okullarına Alman, Ingiliz, Fransız subay eğitmenler getirilmiştir. Suat Parlar "Bayraksız İstila" adlı çok önemli yapıtında bu gerçekleri alabildiğine derinlemesine inceledi. Müthiş bir kaynaktır. Fransız devriminin bir çok kurumu devlet örgütü içinde ihdas edilmeye başlandığı gibi dönemin sanat ve kültür üzerindeki etkisi yabancı hayranlığı hastalığımızı provoke etmiş ve münevverimizi de içeriksiz bir batılılaşma prosesinin öznesi haline getirmiştir. Ortaya melez ve karakterini bulamamış aydın tipi çıkmıştır. Yapılan faydalı şeyler yok mudur? Vardır elbette. Fakat olumlu şeyler var diye olumsuzlara gözümüzü kaparsak Türkiye'nin bugününü anlamakta zorluk çekeriz. Tarihçi değiliz ancak okuyup bildiklerimizi tartmak, özgür bir kafa ve bakışla yorumlamak imkanına sahibiz. Bu itibarla şunu söylersek sanırım doğru olur; devlet kurumlarımızın, bilhassa Ordumuzun, hariciyemizin, maliyemizin ve aynı zamanda münevverimizin yani aydınımızın -topluma yön verecek olanın- Batı güçlerince ele geçirilme tarihi öyle yüz yıl falan değildir. Bunu iyi tespit etmeliyiz ve oradaki mecburiyeti de görmeliyiz. (Zira Kanuni sonrası dönem gerçekten de gerileme dönemidir. Doğu Batı mücadelesinde Doğu geriye düşmüştür. Bunun sebeplerini ayrıca konuşmak gerekir.) Mecburiyet gelişmiş olanı iktibas etmektir ve 3.Selim ile başlayan süreç bu süreçtir.

Devlet şeması içinde daha az zaptedilen veya daha az sızılan kurumlar da vardır. Milli Istihbarat Teşkilatı’nın öncülü olan Teşkilatı mahsusa adlı istihbarat ve operasyon örgütü bunların başında geliyor bana göre, ki bence fedai akıncı geleneğimize dayanmaktadır. 2.Abdulhamit'in hafiye teşkilatı ile daha sonra İstanbul'un işgali esnasında efsaneleşen Karakol örgütü, Trablus, Filistin, Hicaz ve Doğu Anadolu'da inanılmaz fedakâr faaliyetler yürütmüş Teşkilatı Mahsusa teşkilatı bahsettiğimiz bozulma ve ele geçirilmeden en az payı alan yapılardır.

Örneğin Birinci Dünya Savaşı sonrası Libya devletinin başında bulunan yapı da eski teşkilatı mahsusa mensuplarınca kurulmuştur. Burada Senusiler'e ve onların tarihi lideri teskilatı mahsusa mensubu savaşçı halk önderi Ahmet Es-Senusi'ye değinmek yerinde olur. Hiç yorum katmadan Vikipedia'daki bilgiyi verelim:

Ahmed eş-Şerif es-Senusi (1873, el-Cegbub-10 Mart 1933, Mekke), Afrika'da sömürgeciİngiliz, Fransız ve İtalyan güçlerine karşı direnen dinsel hareket Senusiyenin önderi.

Senusiyenin kurucusu Sidi Muhammed bin Ali es-Senusi'nin torunuydu. Hareketin önderliğini yürüten amcası Muhammed el-Mehdi'nin (1844-1902) gözetiminde öğrenim gördü. Onun ölmesi üzerine Senusiyenin başına geçti. Orta Afrika'yı işgal eden Fransızlar karşı yıllarca süren bir savaş başlattı. Modern silahlarla donatılmış Fransız askerlerine yenilince Orta Afrika üzerindeki egemenliğini yitirdi (1909). İtalya, Libya topraklarını işgale başlayınca Ahmed eş şerif bu kez de İtalyanlarla savaşa girdi (1911). Bu savaş sırasında ilk kez, yayımladığı beyannameleri “el-Hükumetü's-Senusiyeti'l-Celile” adıyla imzalamaya başladı. Böylece Senusiye hareketini ilk kez bir devlet olarak ilan etmiş oluyordu. I. Dünya Savaşı'nda Mısır'ı işgal eden İngilizlere karşı başlattığı (1915) savaş Senusilerin büyük kayıplar vermesine yol açtı. 1916'da Senusiyenin fiili önderliğini Muhammed el-İdris üstlendi.

Ahmed eş-Şerif, I. Dünya Savaşı'nın sonunda V. Mehmed'in çağrısı üzerine İstanbul'a gitti. Burada İslamcı çevrelerin etkisinde kaldı.Sivas'ta düzenlenen bir İslam kongresine başkanlık etti. Senusi ailesinin en önemli üyelerinden biri olarak, Mustafa Kemal Paşa tarafından Büyük Millet Meclisi'ne davet edildi. Mustafa Kemal'in büyük bir övgüyle söz ettiği Ahmed Şerif Senusi, Anadolu'da halkın Milli Mücadele'ye katılması için vaazlar verdi.

Türkiye'den ayrıldıktan sonra Şam'a gitti. Fransızların Şam'ı terk etmesini istemeleri üzerine Filistin'e, oradan da Mekke'ye giderek dedesinin Ebu Kubays Dağında açtığı zaviyeye yerleşti ve son yıllarını burada geçirdi."

Yine birinci Dünya savaşı sonrası Suriye'de ihtilal yaparak yönetimi eline geçiren Hama'lı Türk bir baba ile Kürt bir annenin çocuğu Edip Çiçekli ve ailesi de teşkilatı mahsusa geleneğinin parçasıdır. Vikipedia'da söyle anlatılıyor:  "Edip Çiçekli (1909, Hama - 27 Eylül 1964,Brezilya), Aralık 1949'da düzenlediği bir darbeyle başa geçen ve 1954'te iktidardan düşürülünceye değin ülkeyi yöneten Suriyeli subay.

Edip Çiçekli, 1909 yılında Hama'da Kürt bir ailede dünyaya geldi. Suriye'de Fransız egemenliğine karşı sürdürülen milliyetçi mücadele içinde yer alan Çiçekli, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Suriye ile Irak'ın siyasal birliğini savunan akımlara karşı çıktı. Aralık 1949'da birleşme olasılığı ortaya çıkınca bir darbeyle yönetimi ele geçirdi."

Irak'ta yıllarca tek adam olan Saddam Hüseyin'in subay olan bir amcası da teşkilatı mahsusa mensubudur.

Ürdün Kralı Hüseyin'in eşi yani şimdiki Kralın annesi Çerkez'dir ve Kurtulus savasşı sırasında vatan haini ilan edilen Çerkez Ethem bey ve abisi Yunanistan'a kaçtıktan sonra uzun zaman Ürdün'deki Çerkez akrabalarının yanında yaşamışlardır. Hatta dönemin Mah'ı (Mit'i) Ethem Bey'in Mustafa Kemal Pasa'ya Ürdün'de bir komplo hazırladığını, bir suikast timi oluşturulduğunu istihbar etmiştir. Hatırladığım kadarıyla o istihbarat Mah'ın Ürdün'de bulunan Çerkez ajanları tarafından Ankara'ya iletilmişti. Bu hadiseye Nurer Uğurlu'nun Çerkez Ethem beyi anlattığı kitabında yer verilmiş olup, olay kesin olarak doğrudur.

Liste uzar gider...

Geleceğim yer şurasıdır; uzunca bir süredir Türkiye'nin Katar'la ilişkisini sertçe eleştiren arkadaşlar Senusi Şeyhi Ahmet Es-Senusi'yi Ankara'daki millet meclisine davet ederek onu büyük payeyle şereflendirmiş , ülkenin çeşitli yerlerinde ona vaazlar verdirmiş Cumhuriyetin kurucu kadrolarını ve onun liderini de bu " yobaz, gerici tarikat ve halk önderi !!! "  ile münasebeti üzerinden eleştiriyorlar mı? Ben hiç rastlamadım.

Devamla, konuyu neticelendirmek istersek bir gerçeği daha vurgulamaya mecburuz. Türkiye bölgedeki en uzun ve günümüze en yakın Dünya imparatorluğu'nun mirasçısı sıfatıyla "3.Selimle başlayıp Nato'ya üyeliğimizle son aşamasına geçilmiş Batının hegemonyasının mağduru bir ülke" olarak bu tarihi gerçekler karşısında bazı bağımsız hamleler geliştirebiliyorsa, elbette yurtsever kişinin bu hamleleri desteklemesi icap eder.

Bu tavır kendisinden hiç hoşlanmadığımız Süleyman Demirel'in Türkiye'nin sanayi kalkınma hamlelerinde mihenk taşı olan Iskenderun Demir Çelik, Aliağa Rafineri ve Seydişehir Aliminyum fabrikasını Nato üyesi olmamıza rağmen Sovyetlere yaptırmasını desteklemekle paralel bir tavırdır. Nitekim Türkiye Devleti  enerjide dışa bağımlılığı sonlandıracak Nükleer Reaktörleri aynen Süleyman Demirel'in 1965'lerde yaptığı gibi Ruslara yaptırmaktadır. Ne demeli buna? Eleştirenler kararlarını vermeliler, Türkiye'ye  gerici yobaz Katar mı yoksa Nato dışı, totaliter, demokrasiden uzak Rusya mı hakim? Yalnız "bir ihtimal daha var" şarkısını da unutmasın bu eleştiriciler, belki de ilk kez bağımsız hareket kabiliyeti bu kadar artmıştır ülkemizde. Ne dersiniz?