Numan Kurtulmuş ve Nihat Zeybekçi Türkiye İhracatçılar meclisinin verdiği ödüllerden birini Reza Zarrab'a takdim edince kıyamet koptu. Kopacak tabii... Kopmalı...
Numan Kurtulmuş "ödülün o kişiye verileceğini bilseydim gitmezdim." diyerek kırık potu iyice parçalamış oldu.
Ya da...
Ya da bu işin içinde bir iş var demeliyiz ki ben bu görüşte olanlardanım. Kurtulmuş'un bu konuda bilgisi olmamasına imkan yok. Planlı bir hareket olduğu belli. Şimdilik bu planın ne olabileceği, neyin amaçlandığı meselesine girmeyip, hadiselerin gerçek kısmını yani göz önünde olanlarını konuşmakla yetinelim.
Reza Zarrab adlı İran azerisi kimdir?
Komisyoncudur !
Yani...Trans-atlantik siyonist hegemonyanın İran'a uyguladığı ambargoyu delerek İran'ın petrolünü gizlice satan TC'nin bu satıştan elde ettiği gelir ile TC'nin kendi adına İran'dan satın aldığı doğalgaz bedellerinin altın olarak ödenmesini sağlayan kişidir. Kısaca...TC'ye külçe altın temin edenlerden biridir ve İran ayağıyla bağ bu zat üzerinden kurulmuştur.
Peki bu Zarrab Dünya çapındaki malum işleri tek başına mı yapmıştır? Herhalde tek olduğunu düşünen saf kimseler yoktur aramızda.
Örneğin ABD yamyamlığına çok sert başkaldıran Venezuella devlet başkanı Chavez ile stratejik işbirliği yapan Ahmedinejat hükümeti düşünce (düşürülünce) yerine iktidara oturtulan ve Viyana'da Dünya Atom Enerjisi kuruluşundaki buluşmalarda nükleer enerji ve silah üretimi konusunda ABD ile anlaşan (anlaştırılan) ılımlı yüz Ruhani hükümeti Reza Zarrab'ın İran'daki patronu Babek Zencani'yi tutuklamıştır. Bu şahıs halen ceza evindedir.
İran Babek Zencani adlı kişiyi neden tutuklamıştır?
Çünkü ABD Viyana görüşmelerinde istediklerini İran'a kabul ettirince İran üzerinde uygulanan ambargoyu kaldırmıştır. Yani artık Zencani'ye ihtiyaç kalmamıştır. Ahmedinejat Urumiye gölünün kenarındaki evinden nasıl izinle çıkabiliyorsa, Zencani de cezaevinde yüzde yüz kontrol altında olmalıdır.
Anlaşılması için tarihleri de verelim... Ruhani 2013 yılının Haziran ayında seçimleri kazandı. Nasıl? 2009 yılından 2013 yılındaki seçimlere dek başlatılan özgürlük (!) eylemleriyle... Bu eylemlerde İran kolluk gücü onlarca kişiyi öldürdü. Binlerce göz altı yapıldı. Eylemciler yaşanan olayları başka ülke IP'leri ile girdikleri twitter ve facebook üzerinden Dünya kamuoyuna ulaştırmayı başardılar. İran devletinin aldığı önlemler yeterli olamadı.
Peki Ruhani gelir gelmez ne yaptı? Ekim 2013'de Twitter ve Facebook yasağını kademeli olarak kaldırdı.
Detaylandıralım ki anlaşılsın...
Jack Dorsey, kurucusu olduğu Twitter'dan 2013 yılının Ekim ayında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye bir mesaj gönderdi. Dorsey, Ruhani'ye Twitter üzerinden şu soruyu yöneltti: "İyi akşamlar, Başkan, İran halkı tweetlerinizi okuyabiliyor mu?"
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, ülkesinin en çok eleştirildiği konulardan birinde diplomasi geleneğini bir tarafa bırakarak Jack Dorsey'e Twitter üzerinden cevap verdi. Ülkesinde çok yakında sosyal medyaya özgürlük tanıyacaklarını belirten Ruhani, Dorsey'ye "İyi akşamlar, Jack. Christiane Amanpour'a belirttiğim gibi, vatandaşlarımın en temel hakkı olan küresel bilgiye rahatlıkla ulaşmalarını sağlamak için çaba sarfediyoruz." tweetini attı.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani'yi cevapladıran Jack Dorsey, "Teşekkür ederim. Gerçeğe dönüştürmek için nasıl faydamız dokunacağı konusunda lütfen bizi haberdar edin."
Ve böylece İran özgürleşmiş (!) oldu.
Devamla...
Babek Zencani ne zaman tutuklandı? 2013 yılının Aralık ayında...
İran Abd ile Viyana'da ne zaman anlaştı? Aynı günlerde...
Beyaz Saray Sözcüsü Jay Carney 16.01.2014 günü anlaşmanın sağlandığını Dünya kamuoyuna duyurdu. Yani Zencani tutuklandıktan bir ay sonra...
Tonla fakir fukaranın olduğu ülkemizde şarkıcı eşine 600.000 TL değerinde otomobil, 800.000 değerinde yarış atı hediye eden Zarrab adlı kişi umurumuzda falan olamaz. Dış kapının mandalıdır, adı üstünde komisyoncudur.
Fakat karşımızdaki kişinin çirkin fotoğrafı olayların altında yatan ana sebepleri görmezden gelmemizi de sağlamamalıdır.
Hattı zatında TC'nin tüm tarihi boyunca resmen bulamadığı için gayri resmi olarak yarattığı kaynaklar hakkında biraz araştırma yaparsak her dönemde nice Zarrab'larla münasebet içine girildiği görülür.
12 Eylül sonrası devlet memurlarına para ödeyemeyecek durumdaki maliyeyi ayaklandırmak ve -her zaman olduğu gibi- müteşebbis yaratmak için Turgut Özal'ın dönemin en ünlü altın kaçakçısı Lübnan'lı Muhammed Şekerci'yle anlaşması ve Avrupa'ya Türkiye üzerinden kaçak altın gönderilmesi sayesinde devlete gizlice gelir sağlandığını duymadınız mı hiç?
09/07/2001 tarihli Radikal gazetesi yıllar evvel gerçekleşen bu olayı anlattığı haberinde şu cümleleri kurmuştu:
"İnanması güç olsa da Türkiye Cumhuriyeti'nin bir başbakanı o zaman yeraltının, şimdilerdeyse iş dünyasının ünlülerinden Uğur Süzer, Hadi Üruğ, Yakup Kefeli, Suphi Aşıcıoğlu, Emin Görpe, Yaşar Aktürk'le bir otel odasında bir araya geliyordu. Döviz sıkıntısına çözüm aranan toplantıya Güneş Taner, Ahmet Özal, Mehmet Perçin gibi parlamenterlerle, Özal'ın prensi Bülent Şemiler katılıyordu."
O otel odası Zürih Hilton'un süitlerinden biridir. Haberi yapan gazeteci arkadaşlar eksik isim vermişler. O otel odasında başkaları da vardı. Belki de farklı bir günde gerçekleşen buluşmadaki başka isimler...Erol Aksoy, Emin Karamehmet, Hüsnü Özyeğin ve Nasrullah Ayan gibi...
Aslında söz konusu kaçakçılık işi Turgut Özal'dan önce başlamıştı. (Devlette devamlılık esastır.) Özal başlamış olan işi büyütmüş ve sürekli kılacak hale getirmek istemiştir ve başarmıştır da.
19.10.2000 tarihli yeni Şafak gazetesinin haberi şöyle:
"Banker Kastelli" lakaplı Cevher Özden, altın kaçakçılığını 1980'de Maliye Bakanı olan İsmet Sezgin ve Başbakan Süleyman Demirel'in onayıyla başlattıklarını açıkladı.
Özden'in anlatımlarına göre Nasrullah Ayan, Halit Soydan, Vural Akışık, Erol Aksoy, Hüsnü Özyeğin, Yaşar Aktürk, Muhammed Şekerci ve Osman Berkmen'in adının geçtiği altın kaçakçılığının temelleri 1980 Şubatı'nda atıldı. Özden o dönemi şöyle özetledi: "Şubat 1980'de -soyadını anımsayamadığım 'Nazif' adlı bir arkadaş bana geldi ve yurtdışına gayriresmi yollardan altın gönderilmesi ve bunun karşılığında ülkeye bankalar üzerinden döviz transfer edilmesi için kendilerine yardım etmemi istedi. 'Abi sen de bundan nasiplenirsin' dedi. Ben de; 'Hayır, tek kuruş yemem. Daha sonra hesap sorarlar benden' dedim. Konuyu dönemin Maliye Bakanı İsmet Sezgin'e açtım. Sezgin 'Tamam, hemen başlayın' dedi. Ben de 'Şifahi emirle iş yapmam, size bir mektup yazayım, siz de bunu onaylayıp kayıtlarınıza geçirin' dedim. Sezgin konuyu Demirel'e açmış. Demirel beni aradı ve 'Tamam izin veriyoruz. Bu işi yapabilirsiniz' dedi. Bu ne demektir? 'Bırakınız altın kaçırsınlar, bırakınız döviz getirsinler' demek değil midir? Bu mektup Hazine kayıtlarına girdi. Şimdi bulmak isteyenler bulabilirler. Neyse ilk partiyi İsviçre'ye gönderdik. Daha sonraki bütün transferler de İsviçre'den yapıldı. Bunun karşılığı olan para Yapı Kredi ve Akbank'ın Bahçekapı Şubesi'ne yatırıldı. İlk aşamada toplam 100-150 milyon dolarlık altın çıkarıldı. Daha sonra gerisi geldi."
Cumhuriyetin ilk yıllarına gidersek karşımıza İstanbul'un güzelim bölgesi Haliç civarındaki eroin fabrikaları çıkar. O dönem eroin ceza kanunlarında uyuşturucu maddeden sayılmıyordu. Ancak ilaç tekelleri açısından üretimi uluslararası düzeyde kontrol altında olmak zorundaydı. Avrupa jet sosyetesinin en gözde içeceğiydi eroin. Paris'in zengin ev toplantılarında eroin partileri düzenlenirdi.
Ve evet, devletimiz resmen eroin üreticisiydi. Fakat üretim çok fazla olduğundan ve Avrupa devletleri ülkelerine giren miktarları kontrol edememeye başladığından Türkiye'ye resmi ihtaratta bile bulunmuşlardır. İşin sonunda TC eroin fabrikaları kapadığını açıkladı. Sizce kapatıldı mı gerçekten?
23.06.2015 tarihli Hürriyet Cumartesi ekinde Savaş Özbey bakın neler yazmış:
"1926 yılında İstanbul’da üç ayrı eroin fabrikası vardı ve bunların ciroları 10 milyon Türk Lirası’na varmıştı. 1929 Buhranı’nı bu parayla atlattığımızı söyleyenler var. Eroinin iç pazara satışı yasaktı. Buna karşın, başta fabrika işçileri olmak üzere toplumun farklı kesimlerine yayılmıştı. Mesela Sağlık Bakanı Rıza Nur’un eşi ile oyuncu Afife Jale, morfin bağımlısıydı. Balık Pazarı’nda yapılan afyonlu şaraplarının kafası efsane halinde dilden dile yayılıyordu."
Yıllarca Behçet Cantürk, Hüseyin Baybaşin, Derya Ayanoğlu ve daha bir çok ismin uyuşturucu ticaretini devletten bağımsız yaptığını mı düşünüyorsunuz yoksa?
Peki 2.Dünya savaşının dışında kalan TC'nin savaş esnasında çatışmaların göbeğinde kalan bir çok ülkeye silah sevkinde yardımcı olarak bu sevklerden komisyon aldığını da bilmiyor musunuz? Bu işin başında Satvet Lütfi Tozan vardı. Kendisi Alman silah fabrikatörlerinden birinin kızıyla evlenmiş olup II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere yararına gösterdiği fedakârlık ve başarılardan dolayı İngiltere Kralı VI. George tarafından Honorary Officer of British Empire nişanı ile taltif edilmiştir.
Şimdi konudan konuya geçiyoruz gibi gözükecek ama bağlantılıdır.
İngiltere Kraliyeti'nin çok önemli zatlara verdiği iki nişan vardır. Biri Satvet Lütfi Tozan'a verilen Honorary Officer of British Empire nişanı olup, diğeri İngiltere'nin yüksek onur ünvanı olan Commander of the Most Excellent Order of the British Empire (CBE) yani Britanya İmparatorluğu Onursal Mükemmeliyet Önderliği nişanıdır. Ülkemizde iki kişiye verilmiştir. Nişanların biri Rahmi Koç'ta, diğeri Abdullah Gül'dedir.
Konuyla ne ilgisi var demeyin. İlgisi var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder