19 Eylül 2015 Cumartesi

İNSAN: 'EN ZOR VARLIK'

İnsan zor varlık. Düşünen ve konuşan hayvan dediler ki ne eksik...Tam da Şah Hatayi'nin 'eksiklik kendi özümde' dediği ölçüde bir eksiklik var bu tanımda.
Zorluk insanın kendini maddeleştirmesinden kaynaklı biraz. 'Bizim burada ne işimiz var?' diye sormazsak kendimize, o zorluk arap saçına dönüyor.
Bu soruyu soran bir zata hak dostlarından biri şu cevabı vermiş: 'Cemali görmek kemale ermek için!' Cemal yüz güzelliği manasına gelse de zahiri ve batıni olarak iki hali betimleyen bir kelimedir. Dış ve iç güzellik yani...
Dış güzelliği herkes görür de iç güzelliği kim görür? Hayır, dış güzelliği de herkes göremez. İşte burada estetik, sanat, zerafet kavramları çıkıyor karşımıza. İdrak olunması incelmek ve seyrelmekle mümkün olan kavramlar...Her şey kelimelerin içinde saklıdır zaten. Ancak incelen ve seyrelen kişi görür zahiride cemali. Bir üst mertebeye geçen batınideki cemali görür. Ancak kamil olmayanın gözü nasıl açık olsun? Olgun olmayan, daha öz ifadeyle olmayan kişinin cemali görecek gözü yoktur ki. Yine kelimede duralım bir an için. Kamil olgun demektir dedik. Mükemmel de aynı kelimeden sadır, kusursuz anlamına gelir. İkmal de aynı kelimedendir, eksikliği tamamlamak anlamındadır. Bu kelimeden gelen en değerli bir diğer kelime ise tekamüldür. Olgunlaşmak demektir ve diğer manası da evrimdir (evrilmek).
İnsan sosyal bir 'zor varlık' olarak toplumsallastığı ölçüde daha da zor hale geliyor, Şah Hatayi'nin bahsettiği özdeki eksikliği gidermek imkansızlaşıyor. Çünkü işin içine diğer insanlarla birlikte üretmek ve tüketmek giriyor. Ölümlü olduğunu unutuyor insan, maddeleşiyor. Malik sıfatını haiz görüyor kendine. Mülke malik olmak zehrini içiyor. İçtikce de yalnızlaşıyor, hem çevreye hem kendine yabancılaşıyor. Sanayi kapitalizminin insanı için bu tespiti yapmıştı Karl Marks: 'Kapitalizm insanı yabancılaştırır.' Yani insanı bir diğerinin rakibi, düşmanı, ötekisi yapar. Şimdi can alıcı soruyu soralım, bir mülke malik olan kişi onun maliki mi oluyor yoksa mülkü mü? Meselenin diğer sorunsalı kişi mülkü olan düzende mülkiyeti olmayanın halidir. Mülkü olan (maddi zenginliği olan) mülkü olmayanın üzerinde mecburen ve doğal olarak üstün olmayacak mıdır? Işte burada kulağımızı Allah'a verelim. Leh'ul mülk diyelim bir an için. Mülk Allah'ındır diyelim.
Politika teorik ve pratik açıdan iki insanın yan yana geldiğinde menfaatlerini korumak maksadıyla kullandıkları bir araç olarak ortaya çıkmıştır. Kuramsallığı bu zemine oturur. Kısaca yeryüzünde maddi değer anlamında ne varsa onun üleştirilmesini sağlamak amacıyla yapılır. Bu üleştirmede adalet isteyenlerle aslan payını kapmak isteyenlerin tarih boyu amansız bir mücadelesi vardır. Hak ile haksızın mücadelesidir bu kavga. Mekke'deki put ve kervan sahipleri ile günümüzün modern kapitalist egemenleri aynı politik safın mensuplarıdır. Peygamber önderliğinde putları yıkan mülksüzler, köleler, gaspedilmiş haklarını arayanlarla modern kapitalist egemenlerin ücretli-ücretsiz köleleri de diğer politik safın mensupları olarak dünya egemenleriyle karşı karşıyadır. Bu gerçeklik yerleşik tarım topluma geçildiğinden beridir hiç değişmedi. İslam dini sosyolojik manasıyla ezilen, sömürülen, baskılanan mülksüzlerin baş kaldırısı ve zaferidir. İran'lı devrimci entelektüel Ali Şeriati'nin Kur'an'dan çıkardığı deyimle mustazafların yani ekonomik, sosyal, kültürel, sosyo-psikolojik açıdan zaafa düşürülüp 'Leh'ul mülk' ilkesine aykırı olarak insan olmaktan kaynaklı tabii hakları gaspedilenlerin egemen mülk sahiplerine karşı zaferidir. Burada İslam'ın sonradan putperest egemenlerce tekrar nasıl kuşatıldığı ve özünden uzaklaştırıldığı meselesine girmeyeceğim, uzun bir konudur. Varmak istediğim yer 'Leh'ul Mülk' ilkesi gereği yeryüzünde adaletli bir üleştirmeyi talep edenlerin rolüdür. Evet bu rol tarihsel devrimcilik açısından hayati önemdedir ve bu rolü layıkınca üstlenenlerin kendi var oluşlarını anlamaları için söz konusu rolün bilincine erişmeleri kesin bir mecburiyet kesbediyor.
İşte o bilinç günümüzün kapitalist tüketim sistemindeki insan olmanın zorluğunu izale etmek anlamında çok büyük önem arzediyor ki bu durum dinin teolojik tarafına dahildir aynı zamanda. Yani ancak hem cemali gören hem de kamil olan kişinin adaletli bir üleştirme talebinde bulunmasını anlamlı olmak ve devamlılığı sağlamak bakımından teşhis ve tespit etmiş oluyoruz. Güzellikleri göremeyen (maddi ve manevi açıdan incelmemiş ve seyrelmemiş olan) ve olgunlaşamamış kişi her safhada bozulma ardından da çürüme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağından onun devrimci olabilmesi de -bence- hakiki müslüman olabilmesi de namümkündür. Meselenin sosyolojik boyutu ile teolojik yani ilahi boyutu iç içedir kısaca. Cemali görüp kemale eren kişi tabiatıyla Allah'a yani hak'ka yaklaşmaktadır ve aynı zamanda bu dünyada adaletin de teminatı olmaktadır. Gerçek bir adaleti hedefleyenler maddi dünyanın egemeni olan zalimlerle savaşırken egemenlerin tabiriyle eşkiyadırlar ve bu savaşı maddede de manada da hakkın yerini bulması için gütmektedirler. Cemali görüp kemale eren bu kişilere 'zahiride eşkiya batınide evliya' demiş bizim kültürümüz. Bu çok yerinde tabiri sahipleniyor ve sonuna dek savunuyoruz.
Leh'ul mülk ilkesine aykırı olarak mülk sahibi zalim egemene karşı savaşırken kendi içinde cemali görüp kemale eren, görünende eşkiya içeride evliya olan tüm hak dostlarına yani insanlık müdafiilerine selam ediyoruz. İnsan soyunun hakikatin sırrına mazhar olma yolundaki zarif yiğitleridir onlar. Muhyi ne de güzel tercüman olmuş bu hale;
Zahid bizi tan eyleme
Hak ismin okur dilimiz,
Sakın efsane söyleme
Hazrete varır yolumuz.
Sayılmayız parmak ile,
Tükenmeyiz kırmak ile.
Taşramızdan sormak ile,
Kimse bilmez ahvalimiz.
Erenlerin çoktur yolu,
Cümlesine dedik beli.
Gören bizi sanır deli,
Usludan yeğdir delimiz.
Muhy-i sana ola himmet,
Aşık ise cana minnet.
Cümle alemlere rahmet,
Saçar şu yoksul elimiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder