Alelacayip tartışmalar görüyorum, nutkum tutuluyor.
Yahu bre insanoğlu!
Müslüman olmak 1400 yıl öncesinin bireysel ve sosyal dinamikleriyle düşünmek ve yaşamak değildir, 1400 yıl öncesinin gelenek ve adetlerini hedeflemek değildir, 1400 yıl öncesinin aklını aramak değildir.
Müslüman olmak dürüst olmaktır, hak yememektir, zulme ortak olmamaktır, haksızlığa karşı çıkmaktır, başkasının özel alanına (canına, vücut bütünlüğüne, yaşamsal anlamda malına) tecavüz etmemektir.
Müslüman olmak senin özgürlük alanına kastetmediği müddetçe herkesin özgürlüğüne saygı duymak ve o özgürlükleri müdafaa etmektir. Müslüman olmak paylaşmaktır, kula kul olmanın karşısında durmaktır. Müslüman olmak kişinin yaratan ile arasına girilmesine engel olmaktır. Müslüman olmak hırsızlığa, soyguna, halkın ortak mallarının talan edilmesine karşı çıkmaktır.
Peki bu saydıklarımız nedir?
Evrensel insanlık değerleridir.
Yani sen yeryüzünün neresine gidersen git, bu değerleri savunup yaşatacaksın eğer müslümansan. Dilin, ırkın, öbür farklılıkların engel olmadığı gibi bir üstünlük vesilesi de değil.
Bakın kardeşim hep söylüyoruz; dinin iki yönü vardır. Birincisi kişinin kendi iç dünyasında Allah'a yönelimi. Buna teolojik tarafı diyelim. İkincisiyse yukarda saydığım özellik ve amaçları da kapsayan sosyolojik tarafı.
Bir insan bir başka insanın içine girip Allah'a yönelimini ölçüp biçemez. Bu sebeple kim inançlıdır kim değildir, eğer inanıyorsan bunu sadece Allah bilir.
Bu ne demektir?
Allah ile kul ilişkisi en özel, en mahrem, en ihlal edilemez ilişkidir. İslam'ın teolojik bakımdan güzelliği de burada zaten. İznik konsülünden çıkmış Hristiyanlık gibi yaratan ile kişi arasına bir aracı sokmuyor İslam. Hristiyan kişi tek başına dua edebilir elbette ancak Kilise'ye gitmesi ve ibadetini bir papazla gerçekleştirmesi mecburidir. Oysa İslam'da ibadeti, yani Allah'a yönelimi gerçekleştirmek için bir hocaya, bir alime, bir vesileye gerek yoktur. Hristiyan pazar ayinini evinde gerçekleştiremez ama müslüman tüm ibadetlerini evinde gerçekleştirebilir.
İznik konsülünden çıkmış o Hristiyanlık Roma imparatorluğu'nun iktidar aracı haline geldi ve Avrupa'yı yüz yıllar süren feci bir karanlığa sürükledi. Avrupa'nın o sahte hristiyanlıktan kurtuluşu üretim araçlarının gelişip, el değiştirip yeni ekonomik sınıfların doğmasıyla mümkün oldu. Laiklik bu şartlarda doğmuş olan kurtuluşun adıdır; Batı Avrupa üretim güçleri ve o güçlerin yarattığı toplumsallık 'karanlık katolik hristiyanlık iktidarından' laik devlet yapılanmasıyla kurtulmuştur. Yani kısaca üretim araçlarının gelişmesi sonucu iktidara ortak olan Batı Avrupa burjuvazisi karşısındaki aracı din sınıfının kökünü laiklikle kazıyabilmiş, devlet organizasyonundaki dini sınıfların egemenliği ortadan kaldırılarak seküler (dünyevi, insani, toplumsal) anlayışın egemenliği tesis edilmiştir. Ayrıntıya girmeden İslam'a dönelim.
Peki İslam'da nedir durum? Bakın püf noktasına geldik; İslam'da devlet anlayışı modern çağ terimiyle ifade edersek doğal olarak laiktir. Çünkü dini açıdan aracı yoktur ve aracıların iktidara ortak olması gibi bir pozisyonun olabilmesinin imkanı yoktur.
Hz.Muhammed'in başkanı olduğu devlet bugünkü ifadesiyle laik devlettir. Diğer inanç sahiplerinin kutsallarına dokunmayan hatta onları koruyan devlettir. Devletin o günkü toplumsal şartlar icabı yaşanan hayatın somut problemlerini çözmek için getirilen hükümlerle (ki bu kişi-yaratan ilişkisiyle yani dinin teolojik tarafıyla alakasızdır.) organize olması 'bugünkü çağcıl laik devlet' paradigmasıyla ters düşmez, çelişmez.
Peki bu çelişmeme durumu Ortadoğu'da ne zaman bozuldu?
Ne zaman ki İslam devletinin egemenliği halkın iktidarından azınlık iktidarına geçti, bahsettiğimiz 'İslam'ın laiklikle çelişmeme durumu' işte o zaman bozuldu. Dört halife devrinde İslam devleti başkanlığının seçim usulü nasıldı? Meşveret ve seçim usulü değil miydi? Öyleydi. Peki ne oldu; Emevi ailesi silah zoruyla ele geçirdiği devletin idare şeklini değiştirdi ve devlet başkanlığını soy'a bağladı. Halifelik yani İslam devletinin başkanlığı babadan oğula geçer oldu. Böylece 'bugünkü anlamıyla laik' devlet yıkıldı ve yerine halkın tebaa (devlete, kişiye ya da iktidara kul) olduğu, mülkün Allah'a (yani kamuya, tüm insanlığa) ait olmaktan çıkıp kişilere (bir azınlığa) ait olduğu bir devlet modeli hakim kılındı.
Yani sadece Allah'a kul olan müslümanlar laik İslam Devleti anlayışının yok edilmesiyle devlete kul, iktidara kul, azınlığa kul, kişilere kul haline getirildi.
Bunları şundan yazdım; yukarda müslüman kişinin benim algım ve anlayışıma göre nasıl olması gerektiği konusunda çeşitli tanımlamalarda bulundum. O tanımlamalardan birinin de müslüman kişinin günümüz koşullarında laik devleti savunan kişi olması gerektiğidir.
Laik devlet ile laikçilik aynı şey değildir. Müslüman kişi laik devleti savunmalı ancak laiklik üzerinden kurgulanan bu devleti ele geçirmiş ve iktidar araçlarıyla halkı modern tebaa haline sokmuş faşist azınlık hegemonyasıyla sonuna kadar mücadele etmelidir.