29 Kasım 2014 Cumartesi

Rennan Pekünlü olayının düşündürdükleri


Prof.Dr.Rennan Pekünlü baş örtülü kız öğrencilerin derse bu şekilde girmelerini engellemek sebebiyle yargılandığı davadan hapse girdi. Bu ülkede uyduruk kaydırık sebeplerle milyonlarca insan cezaevlerinde ömür çürüttü, hem sadece politik sebeplerle de değil. Örneğin esnaflarımız ve küçük işletme sahipleri her ekonomik kriz döneminde karşılıksız çekler sebebiyle hapisleri boyladı. Hiç kimse de sorgulamadı bunu? Halbuki bazı Tüsiad mensupları ve şürekasının bazen tek başına bazen yurt dışından ortaklarıyla yarattıkları krizlerin faturası neden bu kadar acımasızca esnafın, küçük orta işletmelerin, memurun, işçinin sırtına yüklensin! Adamın hem işini batır, iflas ettir. Üstüne bir de cezaevine tık ve üstelik kimsenin de gıkı çıkmasın. 

Vay benim güzel ülkem, vay ülkemin sözde aydınları, okumuş çizmişleri...Hadi devrimciler kötü çocuk, terörist, anarşist. Hadi islami yapılar şeriatçı, gerici, kör karanlık. Hadi kürtler bölücü, eroin satıcısı, ermeni dölü. Bunlara yapılan haksızlıkları dile getirirseniz hayatınız tehlikeye girer. Tamam korktunuz, bu toplara girmediniz. 

Peki ya hiç bir şeye bulaşmamış sıradan yurttaşlar...Karşılıksız çek, hacizde malı icra memurunca götürülmesin diye taahhütte bulunup taahhüt yerine gelmeyince taahhüdü ihlal, mal beyanında bulunmama, elektrik hırsızlığı v.b. suçlar yüzünden yüzbinler cezaevi çarklarından geçti bu ülkede. (Ki bu insanlar ilk günden bugüne AKP iktidarının belkemiğidirler.) Bu kadar basit bir gerçeğin ve haksızlığın bir gün bile üzerine gitmediniz. Şimdi Rennan hoca diye sosyal medyada edebiyat yapanlar  bu anlattığım sebeplerle yanlarında kimseyi bulamazlar. Üzücü...

Ancak bence bu cezaevi süreci Rennan bey açısından olumludur. Bu ülke bizim, ne istersek o olur kafasındaki gayet elitist bir creme de la creme tabakanın mensubu olan bu akademisyen hayatında hiç münasebete girmediği halkıyla, hiç bir zaman aynı sofrada mercimek çorbası içip havadan, sudan, işten, güçten bahisle sohbet etmediği insanlarla aynı yerde yatıp kalkacak, aynı havayı soluyacak. Kesinleşen davanın ayrıntılarını bilmediğimizden hukuki bir değerlendirme yapabilme imkanımız yok, biz meselenin hukuki boyutundan çok sosyal ve sınıfsal haline bakarak fikir beyan ediyoruz. Bu sebeple bir hukukçu olarak şunu da dile getirmemiz gerekir; eğer maksatlı, taraflı ve intikama dayalı bir yargılama söz konusu ise elbette bu vahim gerçekliğin yanında olmak mümkün değildir. Her kim maruz kalırsa kalsın şüphesiz her hukuksuzluk ve haksızlığın karşısındayız. Umarız Rennan Pekünlü bundan sonraki hayatında bu üzücü süreçteki tecrübesi ve  kazanımının gereklerini sosyal görevi ve mesleki sıfatı çerçevesinde yerine getirir.


26 Kasım 2014 Çarşamba

TARAFIMA YAPILAN BEZİRGANLIK SUÇLAMASI İLE İLGİLİ ZORUNLU AÇIKLAMA


Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre BEZİRGAN :
1.Tüccar
2. Alışverişte çok kâr amacı güden kimse
3. Yahudi
4. Mesleğini sadece kazanç için kullanan kimse .
DR. HİKMET KIVILCIMLI BEZİRGANI NASIL KULLANMIŞ :
ÜRETİM NEDİR?
Üretim deyince ilk akla gelen şey insanın yaşaması için gerekli maddeleri elde etmesi oluyor. Ancak "madde elde etmek" deyince, bugünkü toplumumuzda insanı çok şaşırtıcı karışık olaylara alışmışızdır. Köy ağası da: konağında oturmuştur, adamlarıyla "bey gibi yaşamak için" ortalıkta kaplıyabildiği toprakları benimsemiştir. 0 toprakta çalışmadıkça yaşıyamıyacak durumda bırakılmış insanlar: Marabalar, Ortakçılar, Yanaşmalar, Ameleler, ve ilh. uğraşırlar. Bu uğraşmalarla yaratılan maddelerden Ağa pazar kanunlarına göre insafına kalmış bir bölük "maddeyi elde eder". 
Ağa'nın böyle madde elde etmesi üretim yapması mıdır? Hayır.
Bezirgân ve tefeci hacıağa ile eşraf ta başka türlü davranmazlar. Ellerine üç beş kuruş para sermayesi geçirmişlerdir. Bu para ile köylüleri, esnafları ve benzeri sıkışık insanları haraca bağlarlar.
BEZIRGANIN ARADIĞI: satmak üzere parasıyla veya para vaadiyle satın aldığı maddeleri, karşılığı ödenmek üzere sattığı köylüden, esnaftan, aydından, hattâ kapitalistten belli bir süre sonunda sağlıyacağı KÂR tutarıdır. Bezirgân sattığı malın mirasyedice harcanmasından memnun olur, hatırı kalmaz. Yâni, bezirgân sattığı malın üretici biçimde, üretim uğrunda kullanılmasına aldırmaz. Bezirgânın mallarını alan kişi ne dilerse yapsın. Yeter ki, malların karşılığını öderken: bezirgânın o maddeleri satınaldığı paradan çok fazlasını bezirgâna ödesin.
Şimdi bana yapılan suçlama (bence ağır hakaret) konusuna geçelim. "AKP teorilerini deşifre etmek yerine daha pahalıya devrimci ortama satmaya BEZİRGAN lık diyoruz kısacası." Suçlama bu...
1) Deşifre ne demektir? Çözmek, açıklamak demektir.
2) AKP teorilerini deşifre etmek ne demek? Birincisi ben bu deşifrasyonu yapmak zorunda mıyım? Deşifre edilecek bir şey görürsem zaten deşifre ederim. Yani çözümlerim, açıklarım. Bir problem yok kısaca.
3) AKP teorilerini çözümlemek açıklamak yerine bunları devrimci ortama satmak ne demek? Satmak fiili şahsi bir kazanç karşılığında bir şeyi diğerine vermek demekse, ben AKP teorilerini çözümlemek yerine bunları hangi kazanca istinaden olduğu gibi hem de devrimci ortama aktarıyorum? Şahsi kazancım ne burada?
4) Bu -aslında olmayan- satışa bezirganlık diyen kişi bezirgan suçlamasını Doktor'a göre kullandığını dile getirmişti. Doktor'un Bezirgan tanımı da yukarıda. Bu bezirgan tanımına göre ben köylü kurnazı bir aracı oluyorum. Ve şahsi menfaatimi her şeyin üzerinde tutarak insanları kendi çıkarım doğrultusunda kullanıyorum.
Ama işin ana maddesi olan BEZİRGAN suçlamasının yanında DEVRİMCİ ORTAM'a bir bezirgan olarak AKP teorilerini satma halisünasyonu hepsinden ilginç.


DEVRİMCİ ORTAM !!!
O KADAR GÜZEL BİR KONU Kİ, DEVRİM NEDİR? DEVRİMCİ KİME DENİR? SOSYAL DEVRİMCİLİKTEN Mİ TARİHSEL DEVRİMCİLİKTEN Mİ BAHSEDİLMİŞTİR? EMPERYALİST NATOCU ÇETELERİN ÇOK EVELDEN UYANDIĞI BU MESELEYE MÜDAHALELERİ NE BOYUTTADIR? DEVRİM DEVRİM DİYE KALKIŞILAN TOPLUMSAL OLAYLARIN SONU KİME YARAMIŞTIR? ÖLENLER NİYE ÖLMÜŞ, CEZAEVLERİNDE ÇÜRÜYENLER NEDEN ÇÜRÜMÜŞTÜR? İNSANIMIZ HANGİ DEVRİM ÇARKLARINDA ÖĞÜTÜLMÜŞTÜR? HALKLA OLMAYAN DEVRİM DEVRİM MİDİR? YOKSA BÜTÜN BU SÜREÇ VE TECRÜBELERDEN SONRA DEVRİMCİ ORTAM DİYE BELİRTİLEN ATMOSFERDE DEVRİM EDEBİYATIYLA BİR KISIR DÖNGÜ İÇİNDE SÖZDE DEVRİMCİLER -ben de dahil ve kendimi de eleştiriyorum- BİRBİRLERİNE GÜZELLEMELER YADA SAÇMASAPAN; TOPLUMLA, ÜLKEYLE, DÜNYADAKİ KAVGAYLA VE BÖLGE JEOPOLİTİĞİYLE ALAKASIZ TARTIŞMALAR MI YAPMAKTADIRLAR? 
İşte "güler misin ağlar mısın bizim garip halimize" türküsünü en yüksek perdeden bağıra bağıra söylememizin delilik diye algılanmayacağı "sözde devrimci" ortamda bezirgan olmak meselesi... Asla polemik değil. Gerçekler...Yaşanan hayat ve onun içindeki acı ve çok keskin gerçekler. Aynen emperyalist Batı'nın darbe yaptırttığı general Sisi'yi ayakta alkışla karşılayan Ekmeleddin İhsanoğlu'nu C.Başkanı adayı olarak destekleyen DEVRİMCİ GERÇEKLİĞİMİZ gibi...Ah o gerçekler... 
Türkiye sosyalist devrimci hareketi -hadi miladı 1968 kabul edelim, aslında elli sene daha geriden başlatmak gerekir de- 46 yıllık serüveninde düzen içi düzen dışı tüm tecrübesi ve birikimiyle bugün toplumun yüzde -iyi ihtimalle- beşini oluştururken, kalkıp legalitede düzenin ve üstelik MHP'nin C.Başkanı adayının (A.Türkeş'in eski danışmanı) arkasına sıralanıyorsa fazla söze gerek yok zaten.

Ne konuşacağız. Sisi'ye gelince; bu Ekmel bey Sisi Mursi'yi devirince Sisi'ye yıkama yağlama ballamalar yapmıştı. Hani geçen günlerde Yunanistan ve Güney Kıbrıs'la enerji ortaklığı, Akdeniz'de doğalgaz arama anlaşması yapan Sisi ile... AB'nin batan Yunanistan'a Güney Kıbrıs üzerinden ulufesi babında yani...(Mursi devrilmese o anlaşma Türkiye ile yapılacaktı da, o yüzden belirtme ihtiyacı duydum.) Yarım bilgi ile devrimci ortam eleştirisine gelince; 9 mart nasıl 12 Mart olduysa, ya da 12 eylüle giden yolda devrimci örgütler nasıl bin parçaya bölünüp ayrı ayrı halk devrimi stratejilerine (sovyet,Çin,arnavutluk v.d.) inandırdılarsa savaşçı yiğit insanlarımızı ve suni bir iç savaşın öznesi yaptılarsa, benim devrimci ortam eleştirimi -yarım akıl veya tam akıl- bu düzlemde değerlendirmek gerekir. Yakıcı gerçekler sende bende ayrı ayrı değil, objektif olarak bir anlam ifade etmedikçe zaten işin içinden çıkılamaz. Çıkılamadığı için de "İşte güler misin ağlar mısın bizim garip halimize türküsünü en yüksek perdeden bağıra bağıra söylememizin delilik diye algılanmayacağı devrimci ortamda bezirgan olmak meselesi..." diye gayet veciz betimlemiştim durumu ve BEZİRGANLIK ithamını.

19 Kasım 2014 Çarşamba

SİSTEMİN PARÇASI İNSAN - SİSTEMİN YOK ETTİĞİ İNSAN

Büyük bir baskı altındayız. Hiç bir şeye biz karar vermiyoruz. Ellerindeki yüksek teknoloji ve iletişim araçlarıyla bir algı yaratıyorlar. O yaratılan algı üzerinden bizim taleplerimizi ve arzularımızı oluşturuyorlar. Ve tamamen buna yönelik bir hayat tanzim ediliyor devamında. 

Şimdi esas sorun budur. Bu kuşatmayı nasıl kıracağız? Yani öyle yüksek bir bilinç gerekmektedir ki, bu meseleyi derinine kavrayıp yoğun tüketim sisteminin her dakika gözümüze soktuğu hiç bir boyalı,ışıklı, cafcaflı, albenili şeye kanmayıp kapılmayalım. Bu bilincin oluşması zordur. Hele kentte hiç mümkün değildir. Bireyin istese de istemese de parçası olduğu kent yaşamının koşulları ve kent kültürü bizatihi tüketim sisteminin dişlileri haline gelmiştir. 

Sorumuz şu: "konumuz olan ana problem yani kapitalizmin, yani serbest piyasacılık-sözde eşit rekabetçi piyasa'ya perde gerisinde yön verenlerin, onların kurumlarının, dillerinin, argümanlarının, kurgularının, her duruma göre değişen ideolojilerinin ağır hegemonyasından nasıl kurtaracağız canımızı?" Şimdiye dek söylenegelen marksist yahut devrimci beylik laflarla bu açmazdan çıkılamadığına da hep birlikte ve yaşanan tüm tecrübelerle şahidiz ki bir de ortada hepimizin malumu uzay çalışmalarıyla tahkim edilmiş müthiş bir istihbaratçılık, ajan-provokatif usulleri matematiksel nizamla akla gelebilecek her alanda kullanan muazzam bir organizasyon ve yine halkların elinde olmayıp egemenlerde olan yüksek teknolojiye dayanan feci silahlar vardır.

İç karartıcı bu tablo karşısında umut elbette yine de insanda. Peki o insan nerede? O insanı arıyoruz her yerde, çalıştığımız işte,çarşıda pazarda, sokakta, dünyanın her yerinde... vardır o insanlardan... hepimiz karşılaşırız. Bir video dolaşmıştı internette bir kaç ay evel. Köylü Ekrem'in videosu. Köylü Ekrem'i hatırlamak, aklımızın bir yerinde, bilhassa kent insanları olarak hatırımızda tutmak belki fiili bir yöneliş-hallediş değildir ama zihnimizde o fiile yakın durmak, o fiili canlı tutmak ve çevremizle bunu paylaşmak aslında dipten gelecek dalgaların bir tsunamiye dönüşebilme umudunu ayakta tutmayı sağlıyor. Bu kısır ve yok edici düzende umudun hiç olmazsa zihnimizde ayakta kalabilmesini sağlayan köylü Ekrem'leri çoğaltmaya bakalım.

Köylü Ekrem'den inciler:

"40 yaşımda doğduğumu hissediyorum. Şimdi çocukluğuma doğru büyüdüğümü ve kesinlikle çocuk öleceğimi söyleyebilirim."
"Sistemin bana verdiği her şeyi reddettim. Kendime estetik ve ahlaktan başka kendime hiçbir sınır koymadım… Ben nihayetinde ellerim kadar varım… İşletme okumanın verdiği tesirle, “para daha kolay nasıl kazanılır, verimli işletmecilik nasıl yapılır” öğretisiyle yaşadığımı ve hayatın sadece bu olmadığını birgün bir kaya tırmanışında düştüm ve iki kaburgamı kırdığım gün öğrendim. Orada iki gün yattım ve düşündüm: var ile yok arası bir saniyeden bile kısa, bir an!… Hiç ölmeyecekmiş gibi sadece çıkar amacıyla yaşamak, para için yaşamak çok yanlıştı. Çünkü kazandığım her şey bir anda yoktu.Tabii ki epeyce çevremde epey tepki aldım. Kendine yazık etti, çok zekiydi, şimdi ıvır zıvırla uğraşıyor diyorlar."
"Put mu yapıyorsun diyorlar, tepiyorlar.Ayağıyla dokunuyor, affedersiniz kadını okşuyorlar heykeli falan.Çirkin şeyler. Ama bu insanlara gelip yardımcı olmak lazım. Şimdi paranın sadece bir köle olduğunu, sadece bir araç olduğunu, temelin aslolanın hedefin amacın insan olduğunu biliyorum."
"Tıptan tıp öğrencilerinden biri heykeli devirdi. O kadar üzüldü ki. Bakın dedim.İstersem ben bunların hepsini tutar camdan atarım dedim.Gözümü bile kırpmam. Lüften üzülmeyin dedim, sizden değerli değil ki. Ben hepsini sizin için yapıyorum dedim. Hiç önemli değil, insanın yanında heykel ne ki yani. Nihayet ağaç parçası, taş."
"Başhekimdi, bunları siz mi yaptınız , dudak bükerek siz mi yaptınız dedi. Yani küçümseyerek köylüler böyle bir şey yapamaz tavrı vardı. MAALESEF BEN YAPTIM DEDİM."
"BAŞHEKİMMİŞ, HİÇ FARKETMİYOR. BEN DE KÖYLÜ EKREM'İM YANİ. FARKETMİYOR ONUN ŞEYİ."

Ardından kentteki bilinç sahibi birinin iç sesi :
"Savaşılması gereken düşmanlar var ve onlar şehirde. Benim gibi milyonların yaşadığı bu kenti, kentlerimizi bu pis lisan ve öldürücü kirli havadan temizlemek gerek. Sen de gidersen, senin gibi olanlar da giderse geriye kalan masum ve mazlum olan bilinçsiz milyonlar ne yapacaklar."

İçten gelen o sesin karşısına dikilen başka bir ses :
"Acaba bu savaşma isteğim aslında bir savunma hattı mı içimde tesis ettiğim? Hem kaçmaktan, boyalı, afilli, her türlü alternatife ulaşabileceğim kenti terk etmeye cesaret edemediğim hem de kendimi kentin öğütücü çarklarına tamamen teslim etmemek için mi bu savaş hattını kuruyorum yüreğime, yoluma, yarınıma?"

Demek ki tespit ettiğimiz kent ve tüketim düzeni açmazı yanında sözde bunları farkeden bilinç sahibi bizlerde de bir açmaz var. Bu dışsal ve içsel açmaz ying yang gibi birbirinin içine geçmiş. Biri çözülmeden diğeri de çözülemeyecek. Ve esas olarak ilk adım içsel açmazlarımızı çözmektir. Yani bu bilinçtekilerin bir karar vermesi gerekmektedir.

Köylü Ekrem'in video linki:
https://www.youtube.com/watch?v=LW3BY5qzhlg

16 Kasım 2014 Pazar

Kemalist bir abim'e cevaben (genişletilmiş cevap)


Senin eleştirdiğin, benimde kesin olarak reddettiğim gerçek İslam'la ilgisi olmayan din ile başlayalım. Hz.Muhammed'i ve Ali'yi mağlup edemeyeceklerini anlayıp kaleyi içten fethetmek amacıyla Müslüman olan ticaret sahiplerinin insanları İslam öncesi puta nasıl taptırtmışlarsa Allah'a da öyle taptırtmaları...Yani sapkın Emeviyye kültürünün yarattığı, bozdurulup beylerin kendi çıkarları doğrultusunda yeniden inşa edilen gariplerin, ezilenlerin,kölelerin dini olmaktan çıkarılmış İslam karşısında gerçek ve hak İslamı savunacağız. Sizler bu meseleyi konuşup dini yanlış bir cepheden eleştirince çok şeyi gözden kaçırıyorsunuz. Geride muazzam bir kültür vardır....Kökü çok kuvvetli olduğu için İbn sina, İbn rüşd, Farabi, Gazali, İbn haldun gibi efsanevi bilim adamlarını çıkarabilmiştir Doğu dünyası. Dünyanın ilk üniversitesi ve gök gözetleme kulesi Harran ilçemizdedir. Sana sayfalarca şey sayarım ama Doğu ya da İslam kültürü ne yaparsa yapsın kötüdür, sizlere yaranamaz. Batıdan ne gelirse size hep baş tacı, hep ehlen ve sehlen değil mi? Halbuki faşizm Batıdan çıkmıştır. halbuki ırkçılık, atom bombası, nükleer çalışmalar, yer yüzünün en kanlı en vahşi savaşları hep Batı kaynaklıdır. Ama bunlar gereksiz ayrıntılardır değil mi?
 Siz Mustafa Kemal'i de hiç anlamadınız. Son meşrutiyetin Selanik merkezli İttihat Terakki'sinin farmason işbirlikçi sermayesi Cumhuriyet devrinde kendi azınlığını ve iktidarını garantiye alsın diye kemalizm (yada atatürkçülük) diye bir fikir üretti. Mustafa Kemal'siz kemalizm...İçinde Kuvay-ı Milliye olmayan kemalizm! İnsanların, toplumun yeniden köle pozisyonuna itildiği, ikinci hatta üçüncü sınıf insan muamelesi gördüğü bu fikir ve devlet sistemini sol yada ilericilik adı altında sizlere savundurttular. Sosyalisti, Kürdü, Müslümanı ezilmiş, gebermiş kime ne? Ezilsinler de kaptanlar gemileri yürütsün ve mürebbiyeleri eksik olmasın. Açlıktan ölen mi var, ilaçsızlıktan ölen mi var, kimin umurunda? Bu ülke 2000'lere dek bu cenderede nasıl ezildi, bilmiyor musunuz? 

Rafa kalkmış toprak reformu nedeniyle Osmanlı'dan kalma Hamidiye paşalarının, Kürt-Türk-Arap farketmez, beylerin ağaların devlet gücünün yedeği olarak boy gösterip gariban köylüyü ezip mahvettiği düzen Cumhuriyet rejiminde neden aynen devam etti? Bu düzenin çeri başı da İsmet İnönü oldu. En somut örneği Köy çocuklarını aydınlatan Köy enstitülerinin kapatılması değil mi? Köylü aydınlansın istemediler. Kalkınsın istemediler. Liman ağızlarında toplanmış belli ailere ve onların acentalığını yapan şirketlere hizmet edilsin diye hepsi... 
İlericilik adına İsmet paşa politikalarını savundunuz, savunuyorsunuz? Üstüne bir de "biz Akp yi yıkacağız, iktidar olacağız" diyorsunuz ya. İşte en çok buna gülüyorum. Oy verdiği partinin başkanı İsveç merkezli bir enstitü (Silkroad İnstitute) raporuyla başkan yapılmış; ekmek için ekmel hadisesinin arkasını okuyamayanlar, Koç'un ve Aydın Doğan'ın yarattığı ve Fetullah hazretlerinin elini öperek podyuma çıkartılıp bel bağlanan saçı boyalı kaşı alınmış Sarıgül'ü geleceğin halk önderi diye hayal edenler "biz RTE'yi yıkacağız" dedikçe beni bir gülme tutuyor sormayın gitsin.
Son söz...Tekrar ediyorum Mustafa Kemal Paşa'yı hiç anlamadınız. Adam neden kurduğu kurumlara Etibank, sümerbank dedi? Bunları hiç düşünmediniz. Kafatası ölçme hikayesinin sebeplerini bile araştırmadınız. Hitit dilini konuşan ve yazan Truva'yı (Troia) yıllarca tüm Dünya'ya Helen diye pazarlayan, üniversitelerinde bununla ilgili koca koca kitaplar yazdırıp okutan o büyük ve vahşi hegemonyaya karşı açılmış devasa bir savaşın parçalarıydı bunlar. Bir kültür ve var olma savaşı.

Ama biz sizler gibi ezberci yada bir tarikatın (en devrimci de olsa en solcu da olsa tarikattır benim için) sorgusuz sualsiz takipçisi değiliz, olamayız. Biz her kaynağı okuyarak, tüm bu algı operasyonlarının saldırısına inat doğruyu arıyoruz. Bilimin de tarihin de politikanın da ahlakın da doğrusununun peşindeyiz. Çünkü bunların hepsinin sahtesi var. Mesela hepiniz RTE ile dalga geçiyorsunuz değil mi, şu Amerikanın keşfi meselesi yüzünden. Ama düşünmezsiniz hiç Piri Reis'in kim olduğunu ne yaptığını? Piri Reis'in haritasında Amerika kıtası vardır. Bu Piri'nin Amerika kıtasına gittiği anlamına gelmiyor. Fakat ait olduğu denizcilik geleneğinin oralara ulaştığını gösteriyor. Çünkü haritacılık o devirde her neslin keşfettiğini bir sonraki nesle aktarmasıyla gelişmiştir. Bu Piri Reis işini kim söyleyecek diye bekliyorum dünden beri, tık çıkmadı kimseden. Çıkmaz, çünkü kafalarımızı kendilerine angaje etmiş bir kolonyalist emperyalist güç var karşımızda. Kafalarımızı esir almışlar. (Ben hariç, beni çok şükür kimse esir alamıyor.Ne sahte emeviyye dini, ne avrupa marksizmi, ne liberalizm, ne milliyetçilik, ne başka bir şey. çünkü hepsinde doğrular hepsinde yanlışlar vardır ve bize göre tahlil edilmesi gereken kavramlardır hepsi.) 

Bense siz sevdiklerimin kafasını o melun esaretten kurtarmaya çalışıyorum. Düşüncelerime kızıp öfkelenenlere dahi bir adım daha yaklaşmaya çalışıyorum. Hangi fikirden olursa olsun karşımdakini önce dinliyorum. Önce bir dil yakalamaya çalışıyorum onunla. Çünkü biliyorum ki karşımdaki katı İslam şeriatçısı da olsa, katı PKK'li de olsa, katı Komünist , katı Kemalist te olsa o ya da ben banka sahibi değilsek, sigorta, petrol, silah şirketi sahibi değilsek, büyük medya grubu sahibi değilsek yada böyle güçlerin maaşlı tetikçisi değilsek aslında aynı yerdeyiz. İttifak etmemizin önünde engel yok. Ortak vatan, ortak kültür, ortak duygu ve ortak hedeflerde buluşabilmek bu ortaklıklardan ayrılmaktan çok daha kolaydır çünkü. Çünkü tarihi ve sosyal temeli vardır. Ve şansımız o temel ne kadar dinamitlense de yıkılmayacak bir güce sahip.