15 Ekim 2014 Çarşamba

TÜRKLER VE KÜRTLER (Son raunt)

(Sanal ortam yazışmasında verdiğim bir cevaptan.)

Elbette emekçi sınıfların kavgası ve başarısından daha önemli bir hedef yok, ancak burada Kürtlerin Türkiye devrimcilerine şunu deme hakları vardır; kardeşim sen kendi emekçi sınıfını savunamıyorsun, nüfus ta sende, tarihi tecrübe ve birikim de... Eşitler arası bir ilişki kurulacaksa ki hiç bir zaman kurulamadı, siz bir ayaklanın bakalım derler adama. Bu etkin ayaklanmanın orta sınıfların sokağa döküldüğü gezi olayları gibi örneklerle olamayacağını biliyoruz. Gezide'de biliyorduk.(Gezi'nin İstanbul sermayesi ve bazı istihbarat gruplarının operasyonu olduğunu düşünüyorum.En azından olaylara hemen dahil olup, yönlendirdikleri kesin bence.) Maalesef solcular, sosyalistler, devrimciler işçi sınıfı, çalışanlarımız ve köylülerimizden çok yukarda yaşadıklarından, halkımızın hassasiyetlerini (dini ve milli duygular) hiç takmaksızın söylem geliştirdiklerinden, geçmişin silinmeyen hatırası olarak birbirlerine silah sıktıklarından, yine geçmişin hatıra ve mirası olarak mahalleleri pasta paylaşır gibi paylaştıklarından öncelikli olarak emperyalizme ve siyonist yapılanmalara karşı esas ayaklanmanın manivelası olacak durumda değillerdir. Kim vardır solun içinde olmadığı geniş halk yığınlarının içinde ;AKP. Zaten AKP de bu yüzden iktidardır. Şu çok olumludur: ' Tarih bize Türkiye iktidarını egemen işbirlikçi sermayenin değil halkın belirlediğini ' ispatladı. Bu açıdan gelecek açısından umutvarız. (Bunu bilinçli söylüyorum zira 12 senedir ne yapıp edip egemen sermaye ve bağlı olduğu dış finans merkezlerinin operasyonlarına rağmen seçimleri kazanan bir iktidarla karşı karşıyayız.) Kısaca Türkiye devrimci hareketi kanserlidir. -bu ayrı bir tartışma konusudur, girmiyoruz.-

Hamidiye paşası Milli aşiretinin reisi İbrahim Paşa
Gelelim Hamidiye paşalığından, Ermeni tehcirinden kalma mallarla palazlanan Kürt sermayesi ve bu sermayenin çok geniş topraklar üzerindeki mülkiyetinin temsilcilerine. PKK'nın ilk eylemleri bilirsiniz bu egemen Kürtlere karşı yapıldı.Önce devletle iğrenç bir işbirliği yapan Sedat Bucak'ın amcası Mehmet Ali Bucak bombaların ve uzun namlulu silahların kullanıldığı bir saldırının hedefi oldu. Siverek çevresinde bir kaç güren çatışmalar ses getirdi. Ardından Diyarbakır'ın kadim zenginlerine saldırıldı. Altan Tan'ın babası Bedii Tan meşhur Cemilpaşazade ailesinin şirketlerinin müdürü ve 12 eylül zindanlarında patronu Felat Cemiloğlu ile birlikte utanç yeri o cezaevinde tutuldular.Bakın burası ilginçtir. Çünkü o cezaevinde bu zengin eşraf kişilerden PKK adına vergi almaya çalışan militanlarda yatıyordu. Bu kişilerin cezaevine gönderilmelerinin sebebi de Pkk'ya önceleri direnmelerine rağmen en sonunda Şırnak'tan gelen kömür kamyonlarının yakılmasına dayanamayıp haraç vermeleridir. Yani teröristlere yardım yataklık...

Hasan Cemal'in Kürtler kitabında Felat Cemiloğlu bey -ben bu aileden bir çok kimse tanıdım, düzgün iyi eğitimli ve varlıklı kişilerdir- anılarını, çok müteessir eden o acı dolu dönemleri ayrıntıyla anlattı. Bedii bey yani Altan Tan bey'in babasıda işkencelere dayanamayıp kalp krizi geçirerek ölmüştür. Sanki o cezaevi idaresi, bir komplo teorisi demiyorum ama yaptıklarıyla PKK'ya adam kazandırmıştır. Bu kadar anlatımdan sonra sadete geleyim. PKK'nın silahla ve ölerek öldürerek elde ettiği güç legalitede sivil unsurlarca kullanıldıkça işin rengi değişti.


Türkiye'nin görece demokratikleşmek zorunda kalmasıyla, bu siyasal strüktür içinde legalite ile illegalite arasında iktidar problemleri yaşandı. Çünkü legalite zemininde temsiliyet bulanların tümü Apo'ya ya da Apo'cu PKK'ya bağlı kişiler değillerdir.
İşte bugüne bakarsanız Güneydoğu'nun en varlıklı ailesi diyebileceğimiz Cemiloğlu ailesinin ortağı ve müdürü Bedii beyin oğlu PKK'nın sivil örgütü diye bildiğimiz BDP'nin milletvekilidir ve ilginç bir biçimde bugün basında yer aldığı üzere kendi örgütünü eleştiri yağmuruna tutmuştur. Ahmet Türk Kızıltepeli çok geniş arazilere sahip bir ailenin reisidir. Kasrı Kanco'nun malikidir.Eski CHP milletvekilidir ve Diyarbakır cezaevinin misafirlerindendir aynı zamanda.

Sırrı Sakık yine Muş'un varlıklı ailelerinden birinin mensubudur. Söyliyeceğim; dağda savaşan gerilla fakir köylü çocuklarından oluşuyor. Ölenler, cezaevlerine girenler,en ağır yükü üstlenen onlardır. İşin kaymağını yemek isteyense yukarda bahsettiğim üzere Kürt sermayesidir. Aşağıda o gariban köylü çocukları savaşacak, beyler de hiltonlarda kluplerde viskilerini tokuşturacaklar.Bu ittifakın devamı mümkün değildir. Öbür çelişki ise uluslararası konjonktürde ortadoğu paylaşımında kimin hangi safta buluştuğudur ve Kobani üzerinden beliren ayrışmanın ana sebebide budur.Malumunuz Apo TC devleti politikalarıyla ortaklaşmış ve anlaşmıştır.




Ancak yukarda bahsettiğimiz o sivil unsurlar ve ABD, İngiltere ile İsrail'den bazı sözler alan Kandil'in bir kesimiyle Rojava yönetimi, TC ile APO'nun ortaklaştığı sürecin dışında oldukları iddiasıyla git gide aradaki mesafeyi açmışlar, maalesef son duruşmada malum olaylarda 40 yurttaşımız can vermiştir.Bu kavga yeni bir kavga değildir. Biz bu kavgadan DTH süreci başladığından beri haberdarız.Hatta bu kavganın kökü meclise ilk giren milletvekillerinden Leyla Zana'ya kadar gider ve Apo'nun Zana'ya kürtçe yemin ettirmesinin aslında Zana ve arkadaşlarının Apo tarafından cezalandırılmaları anlamına geldiği birçok sohbette geçen bir olaydır.


Ateş olmayan yerden duman çıkmaz misali, Diyarbakır zenginlerinin temsilcisi Mehdi Zana'nın eşi olan ve aslında bu zengin Kürt kesiminin temsilciliğini yapan bayan Zana ve arkadaşları bu yeminle harcandılar. Söz konusu uzun hapisler de hem iç politikada hem Avrupa propagandasında çok faydalı malzeme olmuştur. Peki Apo neden varlıklı Kürtlerin temsilcilerini, -Demirtaş olayıda aynıdır- kolayca gözden çıkarabilmektedir? Çünkü ana komuta paylaşılamamaktadır. Bunun sebebi de ortadoğu rantı ve coğrafyayı kimin kontrol edeceği üzerine şekillenmektedir. Ne TC Apo'dan cayabilir, ne APO TC'den...Apo'nun demokratik özerklik diye bahsettiği ve marksizmi aştığını söylediği demokratik konfederalizm kulağa çok hoş gelsede şu an itibarıyla uygulanması mümkün gözükmeyen bir tezdir. Kısa vadede bu tezin yaratacağı sonuçsa Ulusal bir Kürt devleti kurulmasının önünün kesilmesidir.


Zira haklı olarak çok sert bir ulus-devlet eleştirisi getiren bu tez sayesinde dört ülkeye bölünmüş Kürtlerin artık ulusal devlet amacında olmalarına gerek yoktur. Zaten bu tren çok önceden de kaçmış olduğundan oluşacak ulus-devletin kolonyalizm uzantısı bir uydu olmaması beklenemez. Bu halde demokratik konfederalizm tezi ışığında hedefin tüm Kürtleri içine alan bir Türkiye projesi olduğu açıktır. Bunu dürüst bir biçimde dile getirmeliyiz. Ve bu tez benimde inancım o yöndedir, hem Türklerin hem Kürtlerin geleceğini daha sağlıklı bir temele oturtmaktadır.Ancak bu tezin gerçekleşebilmesi Kürtler içindeki anti-apo kesimlerin temizlenmesiyle mümkün kılınabilir. Zira anti-apo kesimler temelde dayanmış oldukları sermaye ve işbirliği içinde oldukları Washington-Londra-Tel aviv hattı sebebiyle bu tezin tarafı olarak masaya oturamazlar, kabul edilemezler. Onlar Washington-Londra-Tel Aviv işbirliği gereği birleşik Kürt ulus devletinin peşindedirler.Ancak Türkiye'nin hem kısa hem uzun vadeli çıkarları buna cevaz vermez.



Dolayısıyla son Kobani eylemleri sonrası maalesef Kürtler içinde bir iç hesaplaşma beklenmelidir. Paris cinayetleri aslında bu hesaplaşmanın başlangıcı ve bir ayağı idi. Uzun zamana yayılı bir hesaplaşma beklenmelidir. Çünkü bu işin bir de hiç kimsenin dikkat etmediği ve çok kuvvetli olan Avrupa Kürtleri ayağı vardır.

TC ile can ciğer kuzu sarması haline gelen Barzani ve Irak Kürdistanı meselesini ise atiye bırakıyoruz.
Ancak bir soru soralım; acaba Barzani TC ve Apo'nun ortaklaştığı demokratik konfederalizmin neresinde duruyor? Bu konuyla ilgili politik ve sosyolojik bir çalışma var mı bilmiyorum. İncelemek ve anlamak gerekir.

KOBANİ'NİN TÜRK-KÜRT BARIŞ SÜRECİNE ETKİSİ

Şimdi yazacağım satırlar okunmadan önce bir şey iyi anlaşılsın; elbette bu vahşi soysuz insanlık dışı Işid yeryüzünden silinsin gitsin. Fakat bize bu vahşeti seyrettirenler arkada kırk tane film çeviriyorlar. Bizim geleceğimiz o filmlerde kurgulananların iyi değil çok iyi idrak edilmesinden geçiyor. Öyle sansasyonel işler oluyor ki, arkadaki esas mühendislik perde gerisinde gizli kalıyor.
Aşağıdaki haberde YPG sözcüsü Polat Can'la yapılan söyleşi var. Koalisyon heyetinde YPG temsilcisi bir Kürt varmış ve YPG saflarında savaşan AMERİKALI gönüllüler Rojava Kürtlerini onurlandırıyormuş. Behey saf mı desem, ahmak mı desem, kendini tatlısu kurnazı zanneden mi desem benim Kürt kardeşim, sen bilmez misin "DOMUZDAN POST GAVURDAN DOST OLMAZ." Peki bu sözde Kürt halkını savunan alçaklar ne yapıyor; Ortadoğuyu kana boğan emperyalistlere askerlik yapıyor.
(Gavurdan kastımız asla dini ya da ırki bir ayrım değildir, gavur dediğimiz kolonyalist emperyalist gelişmiş batı ülkeleridir)
Amerikalılar Kürtleri çok mu seviyor dersiniz? O halde Abdullah Öcalan'ı neden teslim ettiler sorusunu sormak gerekmez mi? Demek ki Apo dışarda olsaydı bunlar kendi çıkarlarına yönelik çalışmalarını başarıyla sürdüremeyecekti. Kullanabileceklerine inansalardı asla teslim etmezlerdi. Bunu şundan söylüyorum; çünkü Turgut Özal ve Apo savaşı durdurmuş, çözüme çok yaklaşmıştı. Ancak karanlık o el her zaman olduğu gibi yine devreye girmiş ve 33 sivil silahsız askerimiz Bingöl'de katledilmişlerdi. Bu kirli adi katliam PKK'nın sırtına yüklendi. (Ya da Pkk içinde Apo karşıtı ekip süreci bu adi katliamla sabote etti.) Ardından da Özal öldü yada öldürüldü. Benim kanaatim öldürüldüğü yönündedir. Nitekim 1993 yılı Turgut Özal, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis ve Jitem kurucusu Cem Ersever'in öldüğü yıl olarak çok mühim bir operasyonel faaliyetin hayata geçtiği yıldır.

12.10.2014 günü sayın Hatip Dicle A Haber kanalında bir anısını anlattı. Özal-Apo arasındaki görüşmelerde arabuluculardan biri de Talabani'ydi. Apo Hatip beye bir görüşmede bakın ne demiş :" Celal bey benle buluşur buluşmaz duydun mu dedi. Bir şey duymamıştım. Noldu dedim. Özal öldü dedi. Bu iş olmasın diye öldürdüler dedi. her şeyi bozacaklar şimdi." Evet seven var, nefret eden var. Farketmez, biz doğru bildiğimizi yazacağız. Apo'nun İmralı savunmalarını kaç kişi okumuştur. Okuyun lütfen. Orada söylediği en önemli husus ABD'nin her zaman çatışan, barışmayan bir PKK istediğiydi. Ve kendi tasfiyesini 93'te aldığı ve 99'a kadar düşe kalka devam ettirmeye çalıştığı silahları susturma kararına bağlıyordu. Çünkü Batı Kürtlere TC ile savaştığı ölçüde destekti. Savaşın durması ABD ve Batı Avrupa'nın bölge üzerindeki çıkarlarına tersti. Abdullah Öcalan savaşı durdurma yoluna girmeye çalıştı ve bu yüzden CIA'nin Kenya ekibi paketleyip Cavit Çağlar'ın uçağına teslim etti kendisini. Bugüne bakarken kafamızı geçmişe çevirmezsek önümüzde oynanan oyunlarla içine düşürüldüğümüz -aslında suni- meşguliyetlerden kafamızı çıkaramayız.
Apo'yu tasfiye edip kalanlardan kendine devşirdiklerinle yoluna devam et! Bu resmi görmemek için kör olmak gerek.
Türkiye aklını başına toplamalı. PKK'nın tarihi ve tecrübeleri iyi anlaşılmazsa telafi edilemez hatalarla karşılaşırız.
Hem Selahattin Demirtaş hem Salih Müslim'in Londra, Berlin, Brüksel ve Washington temaslarını biliyoruz. Şimdi TC'yi "siz Işid'e silah verdiniz" diye yaylım ateşine tutanlar bu beylerin Londra ve diğer Dünya yöneticisi başkentlerde nasıl pazarlıkların şeriki olduklarını da sorgulamalıdırlar. Kürt halkını Batı güçlerinin çıkarları doğrultusunda Türkiye'ye karşı kullanan işbirlikçi hainlerin foyası muhakkak ki delilleriyle ortaya çıkacaktır ve aşağıda linkini verdiğim haber ile S.Demirtaş-Salih Müslim-Kandil üçlüsünün Batı başkentlerindeki ilişkileri çok önemli delillerdir. Zamanla haklılığımız daha da belirginleşecek, buna eminiz.
Rojava'nın silahlı gücü YPG'nin Sözcüsü Polat...
RADİKAL.COM.TR

5 Ekim 2014 Pazar

AH O ESKİ BAYRAMLAR

Çocukluğumuzda büyüklerimiz "eski bayramlar ne kadar da güzeldi" derlerdi de anlayamazdık. Çünkü bu kadar güzel olan bayram bundan daha ne kadar güzel olabilirdi ki.
Yıllar geçtikçe insan daha iyi anlıyor o ah çekişleri.
Sabahtan beri aile evimize gelen gidenlerle sohbet, hoş vakitten sonra çocukluk bayramlarımızıda konuşunca gelen misafirlerle, sizlerle de paylaşayım istedim.
Herkesin üç aşağı beş yukarı yaşadıkları aynıdır belki. Ama söz uçuyor, yazı kalıyor. Yazalım. 
Çocukluk günlerimizin bayram telaşı bir önceki hafta başlardı. Bayramdan önceki hafta sonu çoklukla cumartesi günü bazı zaman teyzemlerinde katıldığı bayram alışverişi yapılırdı. Cağaloğlu civarında Gedikpaşalı ayakkabı esnafından ayakkabılarımız alınırdı önce. Oradan Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye kapısından Mercan çıkışı yoluyla Sultanhamam'a doğru inilir, yerli üretim gömlek, pantalon, çorap, kemer alınırdı. (Malum biz son yerli malı haftası kuşağız.) Eve dönmeden döner yenirdi. Eve gelir gelmez paketler açılır alınan her şey giyilir, yakın bir vakitte gelecek babamız beklenirdi. Babam gelip tüm kıyafetlerimiz ona da sergilenince hepsi çıkarılır büyük bir özenle katlanır, ayakkabılarımız yatağımızın başucunda bayram günü beklenmeye başlanırdı.
Ya arife günü ya da bayramın ilk günü kurban alışverişi yapılırdı. Babam her zaman koç alırdı. Yani hangi hayvanın nasıl alınacağını o günlerde öğrendik. Kurbanlığın yavru olmamasına dikkat edilir, dişleri ve boynuzlarına bakardı babam. Asla dişi almaz, "onlar anne olacak kesilmez günahtır" derdi. ( Olan hep erkeklere oluyor  )
Alınan kurbanlık koçu bir kamyonetle babaannemin evine götürürdük. Fakat bundan önce bayramın ilk günü bayramlıklarımızla bayram namazına giderdik. Dedemde babamı bayram namazlarına götürürmüş, babamda bizi götürdü hep. Bunun dışında bizlere herhangi bir dini vecibeyi yapmamız konusunda hiç bir telkini olmazdı. Tek şey söylemezdi. Belli ki aklımızın baliğ olmasını beklemiş ve ne yapacaksak, neye inanacaksak her konuda olduğu gibi bu konuda da kendi irademizi kullanmamızın doğruluğunu düstur edinmiş.
Bayram namazları çocukluktan beri en sevdiğim anlardan oldu hep. Mahalledeki komşular, arkadaşlarımız, velhasılı her zaman bir araya gelemediğimiz ya da mahallemizde yaşayıpta hiç tanışmadıklarımızla bayram namazı vesilesiyle bir araya gelir, hal hatır sorar, sohbet ederdik. Aklımız baliğ olduğunda anladım bunun önemini. Namaz ve mahalleliyle bayramlaşmayı müteakip hızlıca eve gider, bizi kapıda karşılayan anamın hazırladığı dünyanın en güzel kahvaltısında tüm aile saatlerce sofra başında büyük bir mutluluk yaşardık. Elbette kahvaltı öncesi peder beyle valide hanımın elleri öpülür, senenin en büyük harçlığı dört gözle beklenir, kahvaltı esnasında aldığımız harçlıkla ne yapacağımızı anlatırdık. On üç on dört yaşlarımıza kadar annem ve babam mezarlık ziyaretlerine götürmedi bizi. Sonraki mezar ziyaretlerinde annem mezar başında kuran okur, babamla ben yabani otları temizler, kırılan mezar taşlarını onarttırırdık hep. Hala böyle sürer bu safha... 
Neyse efendim, bayramın ilk günü kahvaltıdan sonra babaanneme giderdik büyük bir sevinçle, heyecanla. Bir tepsi yeseniz doyamayacağınız revanisiyle babaannem daha kapıda bağrına basardı hepimizi. (Babaannemin revanisi gibi revani yemedim o öldükten sonra.Ta ki Paris seyahatime kadar. Orda bir sokaktan geçerken pastane camekanında revani gördüm, rengi aynıydı, girip hemen yedim bir porsiyon. İnanılmaz, tadıda gerçekten aynısıydı. Lübnan'lıymış yapan usta. Lübnan'dan Çanakkale-Biga'ya... Kültüre bakın! ) Kurban kesilirken arkadaki bahçeye inmemize müsaade edilmez, her şey bittikten sonra bahçeye indirilirdik. Babam yerdeki kurban kanına parmağını sürüp alnımıza parmağıyla kurban kanını basardı "Tanrı sizi her kötülükten korusun." diyerek. Kesilen etleri dağıtmaya başlar, her gittiğimiz evde verilen harçlıklarımızla ceplerimizi doldurur, gittiğimiz evlerde ikram edilen baklavaları çukulataları iştahla indirirdik mideye.
Kardeşlerimle eve döndüğümüzde babaannemle annemin hazırladığı sofra hep bizi bekler olurdu ve leziz kavurmanın kokusu bizi mest ederdi. O zaman tek kanallı dönem malum. Babaannemin siyah beyaz televizyonunda TRT 1'deki bayram eğlencesi programı eşliğinde afiyetle yemeğimizi yiyip, Mustafa Kandıralı'nın klarnetiyle neşelenir salonda çiftetelli oynardık babamla. Gece eve döndüğümüzde uykudan ayakta duramamamıza rağmen tüm bayramlık kıyafetlerimizi yine özenle katlayıp yarın giymek üzere dolaba yerleştirirdik. Ancak artık güzelim ayakkabılarımızın başucumuza gelmesi mümkün değildi ve ayakkabıların bayram gününe kadarki cazibesi de kalmamıştı zaten. Bayramın ikinci günü akraba, arkadaş ziyaretleri yapılır gidilen yerlere kalan kurban etleri götürülür, hep harçlıkla dönülürdü.
Sonraki günlerde de yaşadığımız sokakta, parklarda arkadaşlarla oyunlar oynar, sulukuleden gelen romanların şarkılarıyla oynayan ayıların dansını izler, belki bazen de lunaparka gidip eğlenirdik.
Rahmetli anneannem İstanbul'daysa onunla ve dayım, teyzem, kuzenlerimle geçirdiğimiz vakitlerin tadı da hep damağımdadır. Bir anekdot daha aktarayım. Babaannem Biga'lı bir türkmen kadını. Anneannemse şu an adice saldırılan Kobani'nin karşısına düşen Suruç'lu bir kürt kadını. (Suruç'lular bilir, o bölgenin ismi Medresat'tır.Şu an Kobani'de çatışanların çoğuda bizim uzaktan akrabamız sayılır.) Babaannem kurtuluş savaşında düşmana karşı savaşan bir çete reisi olan Molla Halil'in kızı. Anneannemse bugün çatışmaların yaşandığı Kobani-Suruç sınırındaki geniş araziye hükmeden ve Fransızlara karşı müthiş bir direnişi örgütleyen bir Kürt beyinin, Hacı Ali'nin kızı. İki nenemde radyoda Türk sanat müziği dinleyen, günlük gazeteleri takip eden, hemen her meseleyle ilgili iyi kötü fikri olan insanlardı. İlkokulla sınırlı (onların tabiriyle ilk mektep) tahsilleri hilafına gayet aydınlık insanlardı, belli ki cehalet bu insanlara hiç uğramamıştı.
Mesela her iki nenem de bayramlarda gelen misafirlere eğer yemek yenmeyecekse kahve yanında likör ikram ederler, evde muhakkak hazırladıkları bir tatlı olur, çocukla çocuk büyükle büyük gibi davranırlardı. Çok latif, çok güzel insanlardı her ikiside. İlk takım elbisem anneannemin bir bayram hediyesi olarak terzide diktirdiği elbisedir. İçine giydiğim gömleğide o dikmişti. İkisininde ruhları şad olsun.
Şu an altı yedi yaşındaki çocukların yaşadığı bayramlar hala böyle mi? Ya da ne kadarının böyle, bilemiyorum. Bildiğim şey çocukluğumun bayramlarının bugünkü bayramlardan çok başka, çok samimi, çok daha tatlı olduğu. Herkese tekrar iyi bayramlar dilerim.