5 Ekim 2014 Pazar

AH O ESKİ BAYRAMLAR

Çocukluğumuzda büyüklerimiz "eski bayramlar ne kadar da güzeldi" derlerdi de anlayamazdık. Çünkü bu kadar güzel olan bayram bundan daha ne kadar güzel olabilirdi ki.
Yıllar geçtikçe insan daha iyi anlıyor o ah çekişleri.
Sabahtan beri aile evimize gelen gidenlerle sohbet, hoş vakitten sonra çocukluk bayramlarımızıda konuşunca gelen misafirlerle, sizlerle de paylaşayım istedim.
Herkesin üç aşağı beş yukarı yaşadıkları aynıdır belki. Ama söz uçuyor, yazı kalıyor. Yazalım. 
Çocukluk günlerimizin bayram telaşı bir önceki hafta başlardı. Bayramdan önceki hafta sonu çoklukla cumartesi günü bazı zaman teyzemlerinde katıldığı bayram alışverişi yapılırdı. Cağaloğlu civarında Gedikpaşalı ayakkabı esnafından ayakkabılarımız alınırdı önce. Oradan Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye kapısından Mercan çıkışı yoluyla Sultanhamam'a doğru inilir, yerli üretim gömlek, pantalon, çorap, kemer alınırdı. (Malum biz son yerli malı haftası kuşağız.) Eve dönmeden döner yenirdi. Eve gelir gelmez paketler açılır alınan her şey giyilir, yakın bir vakitte gelecek babamız beklenirdi. Babam gelip tüm kıyafetlerimiz ona da sergilenince hepsi çıkarılır büyük bir özenle katlanır, ayakkabılarımız yatağımızın başucunda bayram günü beklenmeye başlanırdı.
Ya arife günü ya da bayramın ilk günü kurban alışverişi yapılırdı. Babam her zaman koç alırdı. Yani hangi hayvanın nasıl alınacağını o günlerde öğrendik. Kurbanlığın yavru olmamasına dikkat edilir, dişleri ve boynuzlarına bakardı babam. Asla dişi almaz, "onlar anne olacak kesilmez günahtır" derdi. ( Olan hep erkeklere oluyor  )
Alınan kurbanlık koçu bir kamyonetle babaannemin evine götürürdük. Fakat bundan önce bayramın ilk günü bayramlıklarımızla bayram namazına giderdik. Dedemde babamı bayram namazlarına götürürmüş, babamda bizi götürdü hep. Bunun dışında bizlere herhangi bir dini vecibeyi yapmamız konusunda hiç bir telkini olmazdı. Tek şey söylemezdi. Belli ki aklımızın baliğ olmasını beklemiş ve ne yapacaksak, neye inanacaksak her konuda olduğu gibi bu konuda da kendi irademizi kullanmamızın doğruluğunu düstur edinmiş.
Bayram namazları çocukluktan beri en sevdiğim anlardan oldu hep. Mahalledeki komşular, arkadaşlarımız, velhasılı her zaman bir araya gelemediğimiz ya da mahallemizde yaşayıpta hiç tanışmadıklarımızla bayram namazı vesilesiyle bir araya gelir, hal hatır sorar, sohbet ederdik. Aklımız baliğ olduğunda anladım bunun önemini. Namaz ve mahalleliyle bayramlaşmayı müteakip hızlıca eve gider, bizi kapıda karşılayan anamın hazırladığı dünyanın en güzel kahvaltısında tüm aile saatlerce sofra başında büyük bir mutluluk yaşardık. Elbette kahvaltı öncesi peder beyle valide hanımın elleri öpülür, senenin en büyük harçlığı dört gözle beklenir, kahvaltı esnasında aldığımız harçlıkla ne yapacağımızı anlatırdık. On üç on dört yaşlarımıza kadar annem ve babam mezarlık ziyaretlerine götürmedi bizi. Sonraki mezar ziyaretlerinde annem mezar başında kuran okur, babamla ben yabani otları temizler, kırılan mezar taşlarını onarttırırdık hep. Hala böyle sürer bu safha... 
Neyse efendim, bayramın ilk günü kahvaltıdan sonra babaanneme giderdik büyük bir sevinçle, heyecanla. Bir tepsi yeseniz doyamayacağınız revanisiyle babaannem daha kapıda bağrına basardı hepimizi. (Babaannemin revanisi gibi revani yemedim o öldükten sonra.Ta ki Paris seyahatime kadar. Orda bir sokaktan geçerken pastane camekanında revani gördüm, rengi aynıydı, girip hemen yedim bir porsiyon. İnanılmaz, tadıda gerçekten aynısıydı. Lübnan'lıymış yapan usta. Lübnan'dan Çanakkale-Biga'ya... Kültüre bakın! ) Kurban kesilirken arkadaki bahçeye inmemize müsaade edilmez, her şey bittikten sonra bahçeye indirilirdik. Babam yerdeki kurban kanına parmağını sürüp alnımıza parmağıyla kurban kanını basardı "Tanrı sizi her kötülükten korusun." diyerek. Kesilen etleri dağıtmaya başlar, her gittiğimiz evde verilen harçlıklarımızla ceplerimizi doldurur, gittiğimiz evlerde ikram edilen baklavaları çukulataları iştahla indirirdik mideye.
Kardeşlerimle eve döndüğümüzde babaannemle annemin hazırladığı sofra hep bizi bekler olurdu ve leziz kavurmanın kokusu bizi mest ederdi. O zaman tek kanallı dönem malum. Babaannemin siyah beyaz televizyonunda TRT 1'deki bayram eğlencesi programı eşliğinde afiyetle yemeğimizi yiyip, Mustafa Kandıralı'nın klarnetiyle neşelenir salonda çiftetelli oynardık babamla. Gece eve döndüğümüzde uykudan ayakta duramamamıza rağmen tüm bayramlık kıyafetlerimizi yine özenle katlayıp yarın giymek üzere dolaba yerleştirirdik. Ancak artık güzelim ayakkabılarımızın başucumuza gelmesi mümkün değildi ve ayakkabıların bayram gününe kadarki cazibesi de kalmamıştı zaten. Bayramın ikinci günü akraba, arkadaş ziyaretleri yapılır gidilen yerlere kalan kurban etleri götürülür, hep harçlıkla dönülürdü.
Sonraki günlerde de yaşadığımız sokakta, parklarda arkadaşlarla oyunlar oynar, sulukuleden gelen romanların şarkılarıyla oynayan ayıların dansını izler, belki bazen de lunaparka gidip eğlenirdik.
Rahmetli anneannem İstanbul'daysa onunla ve dayım, teyzem, kuzenlerimle geçirdiğimiz vakitlerin tadı da hep damağımdadır. Bir anekdot daha aktarayım. Babaannem Biga'lı bir türkmen kadını. Anneannemse şu an adice saldırılan Kobani'nin karşısına düşen Suruç'lu bir kürt kadını. (Suruç'lular bilir, o bölgenin ismi Medresat'tır.Şu an Kobani'de çatışanların çoğuda bizim uzaktan akrabamız sayılır.) Babaannem kurtuluş savaşında düşmana karşı savaşan bir çete reisi olan Molla Halil'in kızı. Anneannemse bugün çatışmaların yaşandığı Kobani-Suruç sınırındaki geniş araziye hükmeden ve Fransızlara karşı müthiş bir direnişi örgütleyen bir Kürt beyinin, Hacı Ali'nin kızı. İki nenemde radyoda Türk sanat müziği dinleyen, günlük gazeteleri takip eden, hemen her meseleyle ilgili iyi kötü fikri olan insanlardı. İlkokulla sınırlı (onların tabiriyle ilk mektep) tahsilleri hilafına gayet aydınlık insanlardı, belli ki cehalet bu insanlara hiç uğramamıştı.
Mesela her iki nenem de bayramlarda gelen misafirlere eğer yemek yenmeyecekse kahve yanında likör ikram ederler, evde muhakkak hazırladıkları bir tatlı olur, çocukla çocuk büyükle büyük gibi davranırlardı. Çok latif, çok güzel insanlardı her ikiside. İlk takım elbisem anneannemin bir bayram hediyesi olarak terzide diktirdiği elbisedir. İçine giydiğim gömleğide o dikmişti. İkisininde ruhları şad olsun.
Şu an altı yedi yaşındaki çocukların yaşadığı bayramlar hala böyle mi? Ya da ne kadarının böyle, bilemiyorum. Bildiğim şey çocukluğumun bayramlarının bugünkü bayramlardan çok başka, çok samimi, çok daha tatlı olduğu. Herkese tekrar iyi bayramlar dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder