Babamın dedesi merhum İsa Gider'in doğum yeri Filibe yakınlarındaki Yeniköy adlı kasaba. İki sene evvel arabayla gerçekleştirdiğimiz Balkan seyahatinden dönüş yolunda, Bulgaristan'dan geçerken Plovdiv'in (Filibe'nin) içine girip Yeniköy'ü sordum. Bulgarlar'a anlatamadım derdimi. Sonra bir dönerci gördüm, Türk olduğunu tahmin ederek içeri girdim. Selamınaleyküm deyince tebessümle aleykümselam dediler. Anlattım durumu. Nereyi sorduğumu uzun uğraşlar sonunda buldular. Tarif ettiler. Etrafı dikkatle izleyerek tarif edilen yere doğru sürdüm aracı. Şehrin on kilometre dışında bir beldeydi Yeniköy, yanılmıyorsam Bulgarca ismi Nevazaliv'di. Meşhur Osmanlı-Rus '93 harbinden önce Türk köyü olan bu yere göçten sonra Bulgar'lar doldurulmuş. Çünkü savaşın kaybedilmesiyle tüm köy Anavatan'a, Anadolu'ya göçmüş. İsa dedemiz bir yaşındaymış yola çıkıldığında. Önce Gelibolu'ya yerleşmişler, bir müddet sonra da Biga'nın Çan tarafında bulunan Sarıkaya köyüne.
İsa Gider bir imam. Hafız. Fatih medresesinde İslam eğitimi almış. Birinci Dünya savaşı çıkınca Filistin ve Yemen cephesinde savaşmış. Kurtuluş savaşında Yunan ordularını vuran çetelerin birinde komutanmış. Herhalde savaş tecrübesi sebebiyle... Babam yaşlılığında kendisini hamama götürünce görmüş vücudundaki mermi ve şarapnel izlerini. O vakte kadar onları dahi saklamış. Haksızlığa tahammülsüz, biraz asabi ve kayıtsız şartsız dürüstlüğüyle bilinen bir kişiymiş.
Savaş bitince Biga Bademlik Camii'nde başladığı imamlık görevini ölene dek sürdürmüş. Iki oğlunu, yani dedemi ve kardeşini okutmuş. Kızını, yani babamın halasını da...Başını kapatmamış kızının. O tercihi kendisine bırakmış. Oğlu, yani dedem sosyalist düşünceye inanmış. Şairliği sebebiyle o dönemin efsane şairi Nazım Hikmet'ten çok etkilenmiş. İsa dede oğluna da asla müdahale etmemiş. Çünkü dedemin sosyalizmi halkının gelenek-görenek-kültürüne, dinine, tarihine aykırı değilmiş.
Bu mübarek adam, İsa dede biz doğmadan vefat etmiş. Hayatını babamdan, tanıyanlardan defalarca dinledim.
Dedem Bedri Gider de ben doğmadan vefat etmiş. Şair-yazar, gazeteci aydın bir kişi... Yazar gazeteci dedikse öyle düzen gazetelerinde değil, kendi çabasıyla çıkardığı yerel bölge gazetelerinde... Düzen içindeki ana akım gazeteler, dergilerin kapıları ona kapalı kalmış hep. Düzene karşı birine uygulanageldiği üzere...
Babam 1968'de İstanbul Hukuk öğrencisi... O da hem babasından öğrendikleriyle hem de dönemin politik hareketliliği içinde sosyalist düşünceyi benimsemiş. Anti emperyalist, milli ve tam bağımsızlıkçı düşünceden sosyalizme varmış bir kuşaktır 1968 kuşağı. Kendilerine İkinci Kuvayı Milliyeciler diyen bir kuşak...
O kuşağın tarihimizin ve kültürümüzün sembolü ay yıldızlı bayrağımızla, Ulusal Kurtuluş tarihimizle bir çelişkisi yoktur. Mustafa Kemal Paşa'nın bazı yanlışlarını farketmiş olmalarına rağmen onu Ulusal Kurtuluş savaşımızın komutanı olarak hak ettiği yere koymuşlar ve asla tabulaştırmamışlar, yürüyüşlerinde her zaman Türk bayrakları sallamışlardır. O dönem başlayan yabancı marksist kaynakların çevirileri karşısında millici duruşlarıyla yönünü bulmaya çalışmış bir kuşağın mensuplarıdır '68'liler. Elbette '68'liler ses getirmeye başladıkça karanlık tünellerin sahipleri şah damarlarına çökmüştür onların da...
Bu arayış neticesinde babam dönemin ve öncesinin diğer tüm sosyalist düşünürlerince tecrit edilmiş, yok sayılmış, yirmi iki sene hapislik hayatını kendi çapında bir üniversiteye çevirmiş olan Dr.Hikmet Kıvılcımlı'yı bulmuş. Dr.Hikmet Kıvılcımlı'nın sosyalist çizgi içinde iki önemli özelliği vardır. Birincisi Sovyet tahakkümündeki gizli TKP'den yıllar evvel kopmuştur ve Batı emperyalizmine nasıl karşıysa Sovyet Rus yayılmacılığına da öyle karşı koymuştur. İkinci özelliğiyse diğer sol düşünürlerin Batı şablonculuğu ve tercüme odalarından çıkmış ezberciliği karşısında yüzünü Anadolu'ya, Doğu'ya, Türk'e, Arab'a, Kürt'e ve İslam'a dönmüş olmasıdır. Babam da doğal olarak kendi toplumsal ve kişisel özelliklerine aykırı olan ülkemiz açısından suni gözüken diğer marksist çizgilere değil, ailesinden öğrendiklerine paralel şekilde Dr.Hikmet Kıvılcımlı'nın düşüncelerine gönül vermiş. Dr.Hikmet'in her söylediğinin doğru sayılmak zorunda olmadığını söyleyecek kadar da özgür düşünceli biri olarak...
Kimdir Dr.Hikmet? Merak eden bağımsız kaynaklardan araştırır. Hakkında yeterince bilgiye kolayca erişilebilir. En önemli düşüncesi "Tarih tezi'dir." O öldükten sonra ortaya çıkan yeni bilgilerle tahkim edilemediği için bugün bazı eksikleri var gibi gözükse de, Dr.Hikmet'in düşüncesi Anadolu'nun düşüncesidir, Ortadoğu'nun düşüncesidir, Asya'nın, Afrika'nın düşüncesidir. Sosyalist cephede bir ayrık otudur Dr.Hikmet... 1950'lerde Eyüp Sultan Camii'nin bahçesinde megafonla yaptığı konuşma sebebiyle hakkında "dini politikaya alet etmekten" dava açılan ve bu yüzden tutuklanan bir sosyalist'tir. O konuşma Kuran'dan bir ayetle başlar: "Leyse lil insane illâ mâ seâ." Yani:"İnsan için, çalışmaktan, emekten başka her şey yalandır."
Bugün Ali Şeriati'nin bir cümlesini paylaştım. Ne demiş Şeriati: "Allah'ım; toplumuma sana gelen yolun yeryüzünden geçtiğini öğret." Ne var yeryüzünde? En temel iki şey, üretmek ve tüketmek..."Çalışmak ibadettir" diyen İslam peygamberi, insanın yapacağı en önemli işin üretmek olduğunu söylüyor. İslam dini "çalışın" diyor. Çünkü üretmeyen yaşayamaz, başkasının ürettiğine bağımlı olur ve aslında köle olur. İşte düşüncemizin kökünde olanlar...
Tek başına bir ağaçtır uzakta Dr.Hikmet... Aynen Cemil Meriç gibi...İslami düşünce içindeki Nurullah Topçu gibi... İran'daki Ali Şeriati gibi...Duzenin Yabancılaşması adlı kitabıyla tüm fikri damarları dumura uğratan İdris Küçükömer gibi...Kimseyi diğeriyle mukayese etme niyetinde değilim. Sakın yanlış anlaşılmasın. Bu düşünürler birbirilerinden habersiz birbirlerini tamamlayan fikirlerin yaratıcılarıdır. Birinde eksik, yanlış ya da çelişik görüneni diğeri düzeltebilir özelliktedir.
(Dr.Hikmet Kıvılcımlı'nın Osmanlı'nın tarih maddesi, Fetih ve Medeniyet, Allah-kitap-peygamber, Dinin Türk Toplumuna etkileri, İlkel kapitalizmin ilk örneği:İngiltere, Son örneği: Japonya ve Kuran tefsiri adlı eserlerinin muhakkak okunması gerekir ki müellif anlaşılsın.)
İdeolojik yahut dogmatik miyiz?...Asla...Özgürce bakıyoruz. Özgürce düşünüyoruz. Hiç bir ideolojiyi dogma, hiç bir dogmayı da ideoloji haline getirmiyoruz. Getirmemeliyiz. Çünkü değişen sosyal koşulların hızını hele bilgisayar çağında çok daha net tespit edebilecek durumdayız. Küresel bir düzenin içindeyiz. Amerika kıtasında kanat çırpan bir kelebeğin etkisinin coğrafyamızda, coğrafyamızdaki bir sesin yankısının Afrika'da sonuçlar doğurduğunu biliyoruz.
Bana gelince; kendimi tarif için anne ailemden de bahsetmem icap eder kısaca.
Anam Urfa'lı bir toprak ağasının kızıdır. Saray yavrusu bir konakta mürebbiyelerle büyümüş babası Arap, annesi Kürt bir kişi...
Dedem asilzade bir ailenin dağılan topraklarını elinde tutmaya çalışan ve o toprak mücadelesinin kanser edip öldürdüğü döneminin ilerisinde bir adam...Urfa ilinin 1960'lardaki şartlarında eve her gün üç gazete alan, çocuklarını okutan bir ağa.
Anneannem Suruç'lu bir Kürt beyinin dünya güzeli mercan yeşili gözlü kızı...O Kürt beyi ki, Fransız işgalinde aşiretiyle birlikte düşmana karşı büyük bir mücadele vermiş...
Çok ayrıntıya girmeden neden bunları yazdığımı anlatayım. Çünkü beni oluşturan şeylerdir bunlar. Çocukluğumuzdan bu yana yaşadıklarımız, tecrübelerimiz, şahit olduklarımız oluşturuyor bizi çünkü.
Kendimizi bilmeye başladığımız ilk zamanlardan itibaren ailemiz bizleri hem Urfa'ya hem Biga'ya götürdü yaz tatillerinde. Akrabalık ilişkilerimiz bu sebeple çok kuvvetli oldu. Geniş ailenin güzelliğini öğrendik. Bunları öğrenirken başka şeylere de şahit olduk. Örneğin 1990'larda G.Doğu'daki faili meçhullere...Muhsin Melik sokak ortasında öldürülmüştü, hiç unutmam. Sokağa çıkmamıza izin verilmiyordu. Örneğin şehrin caddelerinde Kürtçe konuşmanın tehlikeli olduğu günlere şahittik...Örneğin başındaki poşuyla şehre inemeyenlere...Örneğin onbinlerce dönüm toprağa sahip ailelere...O ailelerden bazılarının her zaman mecliste vekil oluşuna...Topraksız köylünün kölelik derecesindeki yaşantısına...Gerçek fukaralığa...
Bunlara şahit olurken bir çok güzelliği de gördük.
Doğu illerimizdeki aşiretçiliğin sosyal taraflarını tattık. Dayanışmayı ve bir vücudun hareketindeki senkronizasyonu gördük o geniş aile birlikteliklerinde...Bölgedeki toplumsal yapıyı ortaçağ Avrupa'sındaki feodalite sanan ve bu ölçülere göre analiz yapan Batı'lı ve Batı'cı sol aydınların nasıl da bu topraklardan uzak oluşunu tespit ettik.
O zaman babam vasıtasıyla öğrendiğim Dr.Hikmet Kıvılcımlı'nın tahlilleri de yerli yerine oturmaya başladı. Gerisinde göçebe toplum özellikleri olan aşiret yapılarının çok sonra Avrupa'ya çıktığımda gördüğüm Avrupa feodalitesiyle birbirine hiç benzemediğini anladım.
Peki bu kadar farklılık karşısında bazıları neden Avrupa'nın sosyal gelişimini ve orada ortaya çıkan çözümleri ülkemiz için reçete ediyordu önümüze?
Lise yıllarından itibaren içinde bulunduğum sol yapılarla aramda gün be gün büyüyen bir çelişki vardı. Bir kere içinde bulunduğum sol yapılar bayrağımıza, hepimizin simgesine karşı idiler. Neymiş, o bayrak burjuvazinin bayrağıymış...İyi de bizim tarihimizde burjuvazi yoktu ki... Bizim burjuva devlet eliyle büyütülmeye çalışılan bir sınıftı ve o bayrağı onlar değil, bu topraklarda yaşayan halklar yaratmışlardı. Tartışmalarda sorardım, "Arkadaşlar bakın Pakistan, Tunus, Cezayir bayrağında da ay yıldız var, o bayrakları da mı bizim burjuvazi üretti?" diye. Kendi tarihine, kendi genetiğine bu kadar yabancı bir düşünce sol olamazdı. Ya da ben bu solculardan değildim. Benim babamdan öğrendiğim , babamın babasından öğrendiği bu değildi. Ve bunun gibi bir çok örnek... Bu tartışmalarda milliyetçi, gerici, Osmanlıcı, Kemalist şeklinde hitap edenler olurdu bana. Kavgaya vardığı bile olurdu sonu bazen.
Lenin önemli olabilirdi, Marks önemli olabilirdi, o şu bu...Fakat onlar buralı değillerdi ve kıt bilgimle görüyordum ki dile getirdikleri kendi toplumsal koşullarına göre yazılmış şeylerdi. Evrensele ulaşmak farklı sosyal katmanları, ehramları içinde kat kat barındıran bir toplumda nasıl mümkün olacaktı?
Avrupa Hristiyanlığı, yani katolizmi ile İslam nasıl aynı görülebilirdi, nasıl aynı yargılarla mahkum edilebilirdi?
Esasında farkına vardığım gerçek şuydu; bizde bir çok olumsuz şey olumlu şeyle iç içeydi. Olumsuzu yok etmeye kalkan arada olumluyu da yok ediyordu hoyratça ve toplum olumlu olana sahip çıkmak için mecburen olumsuzu da savunur hale geliyordu. Böylece sol çizgi git gide küçülüyor, üzerindeki büyük operasyonun da sonucu olarak maalesef bir iktidar hedefinden ziyade kullanılan bir öğe haline getiriliyordu. Bunun sebeplerini sonra sonra anlamaya başladım. Yaşadıkça, okudukça, gördükçe... Bu yazının konusu değil, o sebeple derinine girmeyeceğim.
Anlatılacak şey çok...Ayrıntı çok...Tartışılacak dağ gibi konu var önümüzde.
O yüzden diyorum ki kendime, her şeyi en baştan konuşmalıyız. Bize gösterilenleri sorgusuz sualsiz kabullenmemeli, meselelerin gerçek gerekçelerini el birliğiyle bulup çıkarmalıyız.
Aklıma geldi diye söyleyeyim; örneğin demokrasinin gelişimi... Kafası o veya bu düşünce tarafından esir alınmış bir kimse hakiki bir demokrasiyi inşa edebilir mi? Özgürce bakamayan, yeryüzü güçlerinin çıkarları için yaptığı kirli operasyonlardan kendini kurtaramayan, bir başka deyişle kısaca bağımsız olamayan insanların demokrasi adlı flu erek için ortaya koydukları irade irade sayılabilir mi?
Konu çok... Konuşmak gerek...
Bu yazıyı "sen nasıl solcusun" diyen çok bilir solculara kısa bir cevap olarak yazdım.
Ben böyle solcuyum !
Ali Şeriati'nin deyimiyle "sizi rahatsız etmeye gelen bir solcu."...
Hoş, "ben solcuyum" demeyi hiç sevmem. Kendimi Türk-Kürt-Arap bir müslüman devrimci diye tarif etmek daha doğru olur.
Not: Sultan Galiyef adlı halk kahramanı yiğit bir devrimci önderi faşist Türk Solu dergisinin kucağına bırakan Türkiye soluyla çok da ilgilenmiyorum bu arada. Beni bu noktaya getirenler öz eleştiri yapmadıkça onlarla yan yana gelemeyeceğiz, belirteyim. Yıllarca Lenin'i baş üstünde taşıyıp Rus devriminin Lenin'den sonraki en önemli adamını yani Sultan Galiyef'i, bu zat kendisini "Türk ve Müslüman sosyalist" olarak tarif ettiği için görmeyen ülkem solcuları...Ah ahhh...