20 Ağustos 2014 Çarşamba

MAHSUM KORKMAZ'IN HEYKELİNDEN GÖZÜKENLER


Lice'de PKK'nın sembol isimlerinden Mahsum Korkmaz'ın heykelinin dikilmesi ve yıktırılması büyük ses getirdi. Sesin büyüklüğü yapılan operasyonun büyüklüğünden ileri geliyor. Yazık ki askerimiz ve vatandaşlarımız öldü, yaralılar var. Bu mesele hakkında her ağızdan yerli yersiz çok şey çıkınca konuya pek bakılmayan pencerelerden de bakalım dedik.


Öncelikle Cumhurbaşkanlığı seçimleri göstermiştir ki Türk halkı artık kesin olarak PKK ile süregelen çatışmanın bitmesini ve bu sorunun ülke bütünlüğü zarar görmeden halledilmesini istiyor. Tayyip Erdoğan'ın aldığı %52 oyun anlamı budur. Selahattin Demirtaş'ın % 6'sı Kürt'lerden olmak üzere aldığı %9 oy da hesaba katılırsa seçmenin %61'i sorunun çözümünden yanadır ve bebek katili Apo'dan Kürt halk önderi Apo'ya gelinebilmiştir. %38 ise şu an sürdürüldüğü şekliyle bir çözümden yana değildir ve zımnen Kürt halkının terör olaylarının öznesi olarak kalmasını istemektedir. Sözün özü budur, daha fazla detaya gerek yok.

Peki şimdiye dek neler oldu? Hatırlatalım.

Abdullah Öcalan'la sürdürülen çalışmalar devlet tarafından azar azar topluma duyurulmaya başlandıktan sonra sürece yönelik ilk operasyon Oslo görüşmelerinin kamuoyuna servis edilmesiyle başladı. Bu deşifrasyonla süreç paralelinde oluşturulmaya çalışılan algı ve duygu iklimi iğfal edildi. Bir taşla on beş kuşun vurulması hedeflendi.

Çok gizli olarak sürdürülen bu görüşmelerin sızması KCK davasının dayanağını oluşturdu. KCK davasında sivil Kürt siyasetçilerin tutuklanması Kürt'lere legal alanları kapatmak demekti. Yani silahı bırakması için uğraşılan Kürt'ler bu davayla tekrar silaha itilmek istendi. Davayı hazırlayanlar kimlerdi: Fetullahçı çetenin emniyet içindeki üst düzey görevlileri ! 17-25 Aralık operasyonunu da başlatan bu kişilerin bir kısmı tutuklandı.

KCK davasının diğer hedefi -ki ilk hedeften çok daha büyük ve sarsıcıdır- Hakan Fidan'ın tutuklanmak istenmesidir. Oslo görüşmelerinde bizzat Başbakanın özel temsilcisi olarak yer alan bu bürokratın tutuklanmak istenmesinin tek sebebi çözüm sürecini yürütmesi değil, aynı zamanda sahip olduğu başkaca özellikleridir. (Ahmedinejat dönemi İran istihbaratıyla birlikte çalışmalar yürütmesi ve Ortadoğu'da İsrail'in hakimiyetini çökertecek bazı organizasyonların içinde yer alması Hakan Fidan'ın ipinin çekilmesi için yeterli sebeplerdir. Ancak paralel operasyon Türkiye'de tutmamıştır.)

Aslında herkes biliyor ki o büyük taşla vurulmak istenen hedeflerin merkezi Tayyip Erdoğan'dır. Çünkü Hakan Fidan savcının önüne getirilebilseydi, Oslo ve çözüm sürecine yönelik faaliyet talimatlarının Başbakan Erdoğan'dan geldiği belgelenmiş olacak ve Tayyip Erdoğan'ın terör örgütüyle iş tutması gerekçe yapılarak "vatana ihanet" suçundan yargılanma yolu açılacaktı. Ancak iki gün içinde Mit Kanunu'nda yapılan değişiklikle bu saldırının önü kesilmiş oldu. Hakan Fidan savcılıkça alınamadı. Bu durumu sindiremeyen emniyet içindeki Fetullahçı ekip beş bine yakın sivil parti üyesini tutuklatarak bu tutukluluklarla yaratmak istedikleri kaosun olumsuz getirileri üzerinden intikam almak istedi. Fakat Abdullah Öcalan Kandil'de ve Avrupa'daki Kürt seksiyonu içinde çatışmadan yana olan gruplara rağmen Kürt'leri silahlı bir çatışmanın içine sokmadı. Sabredilmesini salık verdi ve Kürt hareketini yöneten bir kısım idareciler istemeye istemeye de olsa Apo'yu dinlemek zorunda kaldılar. 

KCK davasının bir diğer hedefi Abdullah Öcalan'ın Kürt halkı nezdindeki sıfat ve hakimiyetini bozup kamuoyuna Apo'nun devlete tamamen teslim olmuş bir işbirlikçi olduğu izleniminin verilmesiydi. Çünkü Fetullahçı çete'nin polis ve basın ayağı tarafından en yakın avukatlarının bile Mit ajanı olduğu ortaya çıkarıldı. Gayet doğaldı, zira devlet Kandil'le Apo'nun arasındaki iletişimi tehlikeye atma riskine giremezdi. Bunu bizzat kendisi sürdürmeliydi ki, Apo tarafından Kandil'e iletilen talimatlar sağlıklı gitsin ve Kandil'den gelenler sağlıklı ve olduğu gibi gelsin. Kısaca ABD'nin emir eri malum çetenin bu amacı da başarısız oldu. Kürt halkı Apo'dan vazgeçmedi. 

Böylece KCK davasının tüm vahim amaçları -belki bir çok can yandı fakat- ustalıkla savuşturulmuş oldu.

Roboski katliamının da çözüm sürecini hedef aldığını bilmemiz gerekir. PKK içindeki çatışmacı klik'te yer alan HPG'nin başında (silahlı güçler) olan Suriye Kürdü Fehman Hüseyin önderliğinde ağır silahlı terörist grubun Roboski'den ülkeye giriş yaptığı bilgisini TSK'ya veren ABD istihbarat güçleri masum otuz beş insanımızı ordu kuvvetlerimize katlettirmiştir. Roboski'de öldürtülen kaçakçı köylülerin cesetleri üzerinden "devlet sivilleri öldürmeye devam ediyor" algısı yaratılmak istendi. Kürt'ler her zamanki gibi silaha, dağa, çatışmaya itilmeliydi. Ancak Kürt halkı çok saygı duyulası bir öngörü ve duygusuyla bu provokasyona da malzeme olmamayı bildi. 

2013 yılının Haziran ayında Taksim Gezi Parkında yapılmak istenen inşaata karşı direnen elli civarında gence sabah beşte gaz sıkılması ve çadırlarının yakılmasından (büyük operasyon) sonra bu mağduriyet ve iktidarın git gide otoriterleşen söylemine karşı sokaklara inen gençlik günlerce süren eylemlerle iktidarı sarstı. Kürt Halk Hareketi önderi Abdullah Öcalan'ın bu olayları darbe girişimi olarak görmesi o günlerde biz de dahil herkese ilginç gelmişti. Ancak süreçte gördüğümüz üzere Fetullahçı polis ve ajanlar arkalarına aldıkları Tüsiad gücüyle gençliği kullanarak iktidarı devirmek istemişti. Kollanan fırsat Taksim Gezi Parkında ayaklarına gelmişti. Kürt'ler sol-sosyalist çizgiye ayıp olmasın diye temsilci düzeyinde bulundular Taksim'de, ancak ne İstanbul'da ne de başka bir yerde ülkede en mobilize olan kitlelerini sokağa dökmediler. Aslında hükümeti kurtaran da buydu. Çünkü o günlerin sıcak ortamına ülkenin her bölgesinde yaşayan Kürt'ler de katılsaydı ülke gerçekten yangın yerine dönerdi ve kimse bu tepkiyi göğüsleyemezdi. Bu itibarla Apo "darbe girişimidir" diye nitelediği bu olaylara uzak durarak kritik bir eşiğin aşılmasını sağlamıştır.

Bugünlere gelelim. Lice'de son iki yıldır diğer bölgelerden farklı olarak olaylar daha şiddetli yaşanıyor. Sivil yurttaşlarımız ölüyor, askerlerimiz genç yaşlarında hayatlarını kaybediyor. 

Gezi olaylarının sürdüğü günlerde Lice'de Kalekol inşaatlarını yaptırtmama amacıyla halk birilerince sokaklara döküldü. Medeni Yıldırım adlı on sekiz yaşındaki kardeşimiz bu olaylar çerçevesinde 28.06.2013 günü askerin açtığı ateşle hayatını kaybetti. Bu tarihten sonra eylemler arttırıldı. Yol kesme eylemleri yapan bazı kimseler araçları geçirmeyerek hayatın akışını durdurmak istiyorlardı. 08.06.2014 günü yol kesme eylemine müdahale eden güvenlik görevlilerine saldırı şiddetlenince söz konusu olaylarda da iki sivil hayatını kaybetti. Bu olayların devamında askeri birlik içindeki direkten indirilip yere atılan bayrağımız protestocularca yakılarak ulusal değerlerimize büyük bir hakarette bulunuldu. Hemen ertesi günü Abdullah Öcalan bu olayın çözüm sürecini sabote etmek için yapılan provokasyonlardan biri olduğunu söyledi. BDP temsilcileri de aynı beyanlarda bulundular. 

Son olarak 16.08.2014 günü sosyal medya Lice'deki bir heykelin fotoğraflarıyla sallandı. İnsanlarımız çok duygusal. Bir işin önünü arkasını hiç düşünmeden anlık tepkiler veriyorlar. Bunu Kürt'ler, Türk'ler, Arap'lar velhasılı bu coğrafyanın tüm insanları için söylüyorum. Olaya bir de buradan bakalım:

PKK'nın sembol isimlerinden, ilk silahlı eylemi yapan önder kişiliklerden biri olan Mahsum Korkmaz'ın devasa heykelinin nerede kimler tarafından yapıldığı, oraya hangi yollardan getirildiği ve nasıl dikildiği soruları cevaplanmadan bu mesele anlaşılmaz. Uydu görüntüleriyle tarlalarda ne ekildiğini dahi gören devlet güçlerinin bu heykelin Lice'ye dikilmesini görmemiş olmalarına imkan var mı? Yok! O halde neden engellememişlerdir? Bayrak direğine tırmanan o provakatörü durdurmadıkları gibi bu heykeli getirenleri, oraya dikenleri, heykelin altında merasim yapanları da engellememişlerdir. Bu durum garip değil mi? Tayyip Erdoğan grup konuşmasında "o bayrağın indiğini izleyenler hesap verecekler" dediğinde bunun gelişi güzel bir cümle olmadığını her halde herkes anlamıştır.

Biraz geçmişi hatırlarsak Lice'de olanlara yönelik düşünceler seyrelmiş olur. 

Hatay, Adana ve Osmaniye'de ne olmuştu? Bir jandarma yüzbaşısı emrindeki çavuş ve erlerle devletin en gizli işlerini yapan kurumunun araçlarını durdurup, o gizliliği deşifre etmişti. Talimatı kimden almıştı? F tipi savcılardan...

Mit'in yurt dışına giden tırlarını durdurup içinde silah ya da mühimmat taşındığını Dünya'ya duyurmak için savcılarını ve subaylarını harcayan bir yapı Lice'de neler yapmaz? Barışın önünü kesmek için PKK içindeki Abdullah Öcalan karşıtı gizli odakları harekete geçiren güç Lice'de de ilgili devlet görevlilerinin o heykelin dikilmesine sırtını dönüp görmezden gelmesini kolayca sağlar, değil mi? Mahsum Korkmaz'ın heykelinin dikilmesiyle kaç kuş, yıkılmasıyla kaç kuş vurmak istedikleri üzerine detaylı düşünmemiz gerekiyor.Hatay, Adana, Osmaniye'de ulusal çıkarlarımızı yok etmek için koca koca savcıları, rütbeli subayları dış odakların çıkarları yolunda harcayanların Lice'de iki zavallı masum Kürt ölmüş, üç beş gariban er ölmüş, umurunda olur mu?


20.08.2014, iSTANBUL
Saygın Bedri Gider

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder